Skip to content
Yazı Renkleri
Bulunduğunuz sayfa: Anasayfa arrow Ismail Ozsahin
Ismail Ozsahin
Dernek Başkanımız İsmail Özşahin' in ONUNCU YILDA YAPTIĞI KONUŞMANIN tam metni...

Değerli Konuklar,

Sevgili Dostlar ve Değerli Üyelerimiz,

 

Öncelikle bu mutlu günümüze katılıp, bizleri onurlandırdığınız ve mutluluğumuza ortak olduğunuz için hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum... Hoşgeldiniz, şeref verdiniz...

 

On yıl önce, inançla, özgüvenle, istekle ve büyük bir çaba sonucu oluşan bu kurumun yaşıtları çocuklar, bugün ilkokulu bitirip ortaokula başladıkları çağdalar. Çocukluktan gençliğe geçiş yapmanın çabası ve heyecanını yaşıyorlar. Biz de kurum olarak, on yılı doldurmanın heyecanını ve sevincini yaşıyoruz. Eksiklerimiz ve yanlışlarımızdan dersler çıkararak, daha nice on yıllara erişmeye çabalıyoruz.

 

Başından beri işimizin zor olduğunu, engerek ve çıyanlarla dolu bir yoldan geçmek zorunda olduğumuzu da biliyorduk. Bu bilinçte olan kurucu arkadaşlarımız, yönetimde görev alan arkadaşlarımız, tüm üyelerimiz ve destek sunan dostlarımız yılmadan, usanmadan, bıkmadan, gönüllük temelinde destek sundular, katkı verdiler, dayandılar, direndiler, yaşattılar ve bugüne ulaştırdılar. Burada emeği geçen herkese binlerce kez teşekkür ediyorum. Bu emekleri boşa çıkarmaya çalışanları, o çabalara köstek olanları, yıkıcı ve yaralayıcı hareketlerde bulunanları da sizin huzurunuzda tarihe havale ediyorum.

 

On yıl önce gönüllü, yardımsever, dürüst, emekçi ve namuslu insanların birliğinde doğan bu dernek;

Göpsen’e, yol ve su oldu, cem evinin tamamlanmasına, morg yapımına, mezarlık düzenlemesine ve ağaçlandırılmasına, köydeki çeşmelerin tamir edilmesine önderlik ve öncülük yaptı...

Kimsesizlere, hastalara, engellilere, yoksullara, öğrencilere uzanan el, yardım götüren kervan oldu. “Veren el ile alan el” arasında köprü, yoksulların dili ve sesi oldu. Dul ve yetime kol ve kanat olmaya çalıştı.

Kısaca; Yol olduk yerlere serildik, su olduk boğazlara ve derelere aktık, ağaç olduk yeşerdik-meyve verdik, çeşme olduk, duvara sıva, cemevine resim, engelliğe araba, yoksula çare,  dula destek, öğrenciye giyim, kitap-defter-kalem, hastaya ilaç olduk...

Ama, “bir olamadık, diri olamadık”, “orman olamadık, özgür ve kardeşçesine bir yaşam”da buluşamadık...

 

Daha olamadığımız ya da yapamadığımız başka şeylerde var; örneğin:

Soyumuz Kürt, Kürt olamadık, kökenimiz alevi, alevi olamadık,  sol gelenekten geliyoruz, sosyal demokrat olamadığımız gibi, sosyalist ve devrimci hiç olamadık... Ne Göpsenli olabildik, ne de Göpsen’den kopabildik. Kısaca, olamadık, olmadı, olmuyor...

 

Barış, demokrasi, birliktelik, insan sevgisi, dayanışma ve paylaşım dedik;

Soma’da, Zonguldak’ta, Ermenek’te ölüme gidenlerin sesisini duyamadık... Ölüme giderken, “yukarda açlık, aşağıda ölüm var, aşağıdaki ölüm olasılık, yukardaki açlık ise kesin” diyen emekçininin çığlığını duyamadık, anlayamadık. Ne Geziden önce evlerinden alınan ve zindanlara atılan onca masum insanların çığlıklarını duyabildik, ne hakları için yollara düşen emekçilerin gaza boğulmasını, ne de Gezi Ruhu’nu… anlayabildik. Yaşadığımız yerlerde de aynı ve benzer şeyleri yaşamamamıza nazaran, ne giderek zorlaşan yaşam koşullarını ve pahalılığını sorguladık, ne artan işsizliği, ne de yaşanan haksızlıkların kaynaklarını… Ne buralı olduk yerleştik, ne de bırakıp gidebildik…

 

“Acılar ve sıkıntılar paylaşıldıkça azalırlar, sevinçler ve mutluluklar paylaşıldıkça çoğalırlar” dedik;

 Ne 500 haftadır kayıplarınının katilleri karşısında dimdik duran “Cumartesi Anaları”nın mücedalesinin kaynağı olan özlemi, ne Berkin Elvan, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş, Medeni Yıldırım, İrfan Tuna, Ahmet Atakan, İsmail Ali Korkmaz... ve diğerlerin analarının acısını paylaştık,. Ne dün Dersim, Halepçe, Sivas, Maraş, Çorum’da, ne de bugün Musul, Kerkük, Filistin, Şengal, Rojova, Kobane’de yaşatılan acıları paylaşabildik.

 

Ne kızları ve kadınları caniler tarafından elinden alınan anaların çığlığını, ne toz ve dumandan kaybolan çocukların acısını paylaştık, ne de açlıktan ve susuzluktan ölmek üzereyken eline tutuşturulan bir parça ekmek ve bir şişe suyla gözleri parıldayan çocuğun sevincini paylaşabildik.  

Ne o, ne de öbürü... olabidik, yapabildik... Keşke olabilseydik, dilerim bundan sonra başarırız.

 

Tamamen gönüllülük temelinde yapılan dernekçiliğin de, soğukkanlılıkla ve bilinçle yürütülmesi gerekir. Bu yapılmadığı zaman, eğriyle doğru, yalanla gerçek içiçe girer, karar almada  ve uygulamalarda kargaşalıklar ortaya çıkar. Yöneticilerin ve üyelerin özgüven ve inanarak işlerini yapmaları, dışardan gelecek eleştirilere açık ve kararlı olmaları gerekliliğini unutmamaları gerekir.

Yöneticilerin azmi ve kararlılığı, üyelerin dayanışma ve paylaşım ruhu, dostların ve yardımseverlerin güveni, derneklerde başarıyı ve uzun süre yaşamayı beraberinde getirir. Ben ve arkadaşlarım bunu yaşadık ve yaşayarak öğrendik ve onuncu yılımızı kutlama onuruna eriştik. Bunun yaşatılması ve sürdürülmesi ise, duyarlı gençlerimize, vefakar üyelerimize,  karşılıksız destek sunan dostlarımızın güvenine ve gönüllü insanlara düşmektedir.

 

Derneğimizin onuncu yılını kutlarken, başından beri yanımızda ve içimizde olan tüm arkadaşlarımızın, dostlarımızın, üyelerimizin ve katkısı olan herkese, bize bu mutluluğu yaşattıkları için, hem kendi adıma hem de yardım elimizi uzatığımız tüm kardeşlerimiz adına (bir kez daha) binlerce kez teşekkür ediyorum. Veren el oldunuz, alan eli görmediniz, görmediğiniz bilmediğiniz ana ve babaların sıkıntılarına ortak oldunuz, yiten canların geride bıraktıkları yakınlarının acılarını paylaştınız. Ayırmadan, kayırmadan, herkesi bir tuttunuz, bu yüce davranışınızdan dolayı da hepinize teşekkür ediyorum, kendinizle gurur duyabilirsiniz...

 

Yaşasın dayanışma, paylaşım, birliktelik ruhu, yaşasın dostluk, kardeşlik ve özgüven...

 

Nice ON YILLARA diyor, katıldığınız ve beni dinlemek inceliği gösterdiğiniz için teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum...

İyi eğlenceler diliyorum....

 

Köln, 15.11.2014

 
Baskanin Genel kurul Konusmasi

Möhnesee, 29.04.2017 / 5. Olağan Genel Kurul

Değerli Büyüklerim,

Sevgili Arkadaşlarım ve Kardeşlerim,

Yaklaşık on dört yıllık geçmişi olan derneğimizin, bu anlamlı gününde de katılımcı, sürekli destekleyici, paylaşımcı olmanızdan ve gösterdiğiniz dayanışma, birliktelik ve duyarlılıktan dolayı, arkadaşlarım ve kendi adıma sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

Ayrıca bu geçen süre içerisinde bize katlanmak zorunda kaldığınızdan dolayı özür dileriz. Gösterdiğiniz güvene de sonsuz teşekkürler ederiz.

Daha önce olduğu gibi, son beş yılda da elimizden geldiğince, gücümüzün, aklımızın, yeteneklerimizin, zamanımızın ve olanaklarımızın el verdiği kadarıyla sizlere, çocuklarımıza, gençlerimize, yaşlı ve hastalarımıza, engellilerimize, öğrencilerimize, köyümüz ve köylülerimize yararlı işler yapmaya çalıştık.

Avustralya ve Çorum’daki derneklerimiz, muhtarlığımızla sürekli irtibat içinde olduk. Üyelerimizin bulunduğu bölgelerde (Brilon, Bünde, Köln, Antwerpen, Amsterdam, Lyon) toplantılar yapmaya çalıştık, üyelerimizi bulundukları yerlerde ziyaret etmek, onların sorunlarını yerinde konuşabilmek, sıkıntı ve sevinçlerine ortak olabilme şansı bulduk.

2012 yılı sonunda Neuerburg’taki otel etkinliği ile başlayan üyelerimize güzel şeyler sunma çabamızı her yıl sürdürmeye çalıştık. 2013 Lyon gezisi, 2014 ve 2016 Antwerpen gezisi, 2015 ve 2016 Amsterdam gezileri hem ev sahiplerini hem kadınlarımızı ve çocuklarımızı hem de bizleri mutlu etmiştir.

Gençlere ve çocuklara yönelik hazırlanan futbol ve bowling turnuvaları, kahvaltı ve mangal toplantılarıyla da birlikteliğimizi, dostluğumuzu pekiştirdik, iletişim, dayanışma ve paylaşım duygularımızı yeniledik.

2014’te kutladığımız onuncu yılımızla da dostlarımızı sevindirip, düşmanlarımızı kıskandırdık.

Yapılan tüm etkinliklerde sizler, bizim yanımızda ve arkamızda durarak, bizlere güç verdiniz, motivasyonumuzun eksilmemesini sağladınız. Ev sahibi olarak, planlayan ve destekleyen olarak, toplantı, eğlence, gezilere ve diğer etkinliklere katılımcı olarak harcanan çabalardan, sunulan katkılardan, kısaca verilen emeklerden dolayı, emeği geçen herkese teşekkürlerimizi sunarız.

Bu etkinlikler ve tüm çalışmalarla ilgili dernek giderlerini, dernek bütçesi bölümünde, ayrıntı ve belgeliyle sizlerle paylaşma fırsatı bulacağız.

Eksiklerimiz, yanlışlarımız olmuştur. Farkında olmadan dostlarımızı, sevdiklerimizi, arkadaşlarımızı, kardeşlerimizi ve canlarımızı kırmış olabiliriz, bu yüzden de özür dileriz.

Eleştiri ve yergilere hep açık olduk, öneri ve yol gösterici telkinleri hep ciddiye aldık. Dedikodulara, haksız suçlamalara, aşağılamalara, yalanlara, iftiralara, gereksiz tartışmalara takılıp kalmadık, bunları yapanlara da kin ve öfkeyle yaklaşmadık, bireysel sorunlarımızı dernek sorunu haline getirmedik.

Dernekçiliğin özveri, istek, çaba, zaman ayırma ve gönüllük temeline dayandığı bilinciyle, yasalar ve tüzüğümüz gereği elimizden geleni yapmaya çalıştık.

Doğru ve güzel şeyler yaptığımızın inancı ve bilincindeyiz, üye sayımızın artması, derneğimize gösterilen ilgi, genç kardeşlerimizin aramızda bulunması, dostlarımızın övgüsü, bize bu duyguyu vermektedir. Bu özverili çabalarından dolayı da tüm çalışma arkadaşlarıma teşekkür ederim.

Son genel kurulda belirttiğimiz gibi, dernekçilik paylaşım, dayanışma, birliktelik ve özveri temelinde insanların amaçlarına hizmet eden kurumlardır. Bu kurumların başarılı olabilmesi için hem yöneticilerin hem üyelerin hem de destek veren dostların gerekli çabayı göstermesi ve sıkıntıların üstesinden gelinebilmesi için, herkesin elini taşın altına koymasıyla olasıdır. Yönetimde, denetimde, kurulların çalışmasında, gençlerin ve kadınların yer aldığı etkinliklerin başarılı olması için, sürekli motivasyona, çabaya, övgüye, güvene, taze ve zinde kana gereksinim bulunmaktadır. Bu da genç kardeşlerimizin ve çocuklarımızın, her kademede görev almasıyla olasıdır.

İleride torunlarımızın birbirini tanılayabilmesi için bu bir zorunluluktur, bunu yapamazsak tarih bizi affetmez. Bu dernek aracılıyla, alevi kurumlarında, demokratik ve devrimci siyasi parti yönetimlerinde, sivil toplum kuruluşlarının güç birliği platformlarında yer alabilir, sesimizin duyulmasını ve gücümüzün fark edilmesini sağlayabiliriz.

Tüm bunların ışığında, yaşımdan ve işimden kaynaklanan yorgunluktan dolayı, artık eskisi kadar verimli ve yararlı katkı sunamayacağımı bilerek, bundan sonraki yönetimde görev almamın doğru olmayacağı kanaatindeyim. Gençlerin ve genç kalabilen arkadaşların, özellikle kadınlarımızın, bu işi benden daha verimli yapacaklarına inanıyor ve onlara güveniyorum. Dernek üyesi olarak, deneyimlerimden yararlanmak istenilirse, her zaman yanlarında olacağımı da belirtmek isterim.

Bu süre içerisinde bana katlanmak zorunda kalan, tüm emekçi yönetici arkadaşlarıma, ayrı ayrı teşekkür ederim. Kendilerini kırmışsam, sıkıntı verdimse de özür dilerim. Bundan sonraki görevlerinde ve yaşamlarında başarılar dilerim.

Hem siz değerli büyüklerim ve üyelerimizden, sevgili kardeşlerimden, yönetim kurulundaki sevgili arkadaşlarımdan dileğim, varsa kırgınlıklar, dargınlıklar ve hakları, şimdi söylemeleri. Benim bu 14 yıl içerisinde, varsa bir hakkım, hepinize helal ediyorum. Sizleri seviyor ve saygılarımı sunuyorum.

 

İsmail Özşahin

 
Genel Kurul AÇILIŞ Konuşması-MÖHNESEE
 
İlkesel Özeleştiri

İlkesel Özeleştiri,

Son yıllarda yaşanan vahşet, bölgesel savaşların yarattığı yıkıntılar, insanlık, açlık ve yoksulluk dramı ve sonuç.

Yalan-dolan-kandırmaca-soygun-talan politikaları, soytarılık, fırıldaklık ve zübüklük üzerine kurulan senaryolar… Bunların yandaşları, çıkar odakları, savunucuları, destekleyicileri, finansörleri, şakşakçıları, seyircileri, karşı duranları ve… bizler…

Yönetenler, denetleyeler, yönlendirenler, ateşe körükle gidenler, yalan haber yapanlar, yaptıkları “dedi-kodular” a kendileri de inananlar…

Muslukların başını tutan haberciler, havuz bekçileri ve onların yönettiği basın organları, paralı askerler,  yalan yazan kalemler, sadece iftiraya programlanan ağızlar, yalakalar, çıkarcılar, ikiyüzlüler, soytarılar, kraldan daha kralcılar…

Bu oyunun neresindeyiz, neler yapıyoruz, kimlerin doğrularını kendi doğrumuz olarak kabullenmişiz, hangi yanlışları doğru olarak benimsemiş ve kanıksamışız?

Dünya, yaşadığımız bölge, doğduğumuz topraklar ve yaşadığımız ülke… İşsizlik, yoksulluk, ezilmişlik, sömürü ve talan… İnsanlığa dayatılan yaşam tarzı ve renkli, boyalı propaganda…

Sormayanlar, sormayanlar, soruşturmayanlar, sorgulamayanlar, düşünmeyenler, düşünemeyenler…

İnsan olarak yaşananlardan aldığımız ve alamadığımız dersler, tepkilerimiz,  yapmamız gerekenler ve yapmadıklarımız…

Fas, Tunus, Cezayir, Mısır, Libya, Irak, Suriye, Afganistan, Kürdistan ve Türkiye’de yaşatılanlar, yaşananlar ve yaşatılacaklar, dayatılan politikalar ve yaşam seçeneği…

Ocaklara ve topraklara diri diri gömülenler, başları kesilen bunca günahsız, yerinden, yurdundan atılan yoksul insanlar, yollarda ölüme mahkûm edilen çocuk ve yaşlılar, ailelerinden zorla alınan kızlar, yirmi birinci yüzyılda kurulan köle pazarları…

Bunca acı, bunca gözyaşı, bunca işkence ve sınıfta kalan İNSANLIK! Sınıfta kalan BİZLER! Hiç kimse ders almadı,  alamıyor, almadık…

Bunların tümünü kendimize uyarladığımız zaman; bizimde yukarda sayılan tüm çirkinlikleri ve yanlışları birebir yaşadığımızı söylemek olası, hatta bunlardan arınmadığımızı da eklemek gerekir. Eğri ile doğruyu birbirinden ayırmadığımızı, “yalan-dolan-kandırmaca-soygun-talan” söylevlerine kurban gittiğimizi, fırıldaklık ve zübüklük öykülerine dur diyemediğimizi ve hatta onlara özenerek ya da yalaka rolüne girerek, bilerek ya da bilmeyerek destek olduğumuz da açıktır, unutulmamalıdır.

Başlangıçta, toplumsal, devrimci, ilerici, demokrat, katılımcı, birliktelik, dayanışma ve paylaşım duygu ve düşünceliyle yola çıkan bizler bile, küçük hesapların peşinde koşup, ilkelerimizi, amaçlarımızı, doğrularımızı unutur olduk. İnsanlık değer ve ölçülerinin dışına çıkıp birbirimizi aşağılamaya,  küçük düşürmeye, yok saymaya hatta boğazlamaya kalktık.

Yapılan ve yapılacak olan güzel şeyleri görmez, anlamaz hale geldik, olanları da aşağıladık, küçümsedik, elimizin tersiyle ittik, yok saydık, yok sayılması için elimizden geleni, ardımıza koyamadık, öğrenmeyi, hoşgörüyü, sevgiyi ve saygıyı unuttuk…

Yaşanan tüm olumsuzluklara, görmezlikten gelinen tüm güzelliklere ve engellenen tüm çabalara karşın sarsılma, silkinme ve kendimize gelme zamanıdır diyemedik, ama şimdi deme zamanıdır...

Dargınlıkların, küskünlüklerin, acıların unutulması, sıkıntıların ve sorunların aşılabilmesi için herkesin günümüzde yaşanan yalnızlıkları, örgütsüz yaşamdan kaynaklanan çözümsüzlükleri düşünmesi ve ona göre tavır alması gerektiğine inanıyorum.

Bölgemizde ve çevremizde yaşanan yok etme,  evsiz, yurtsuz ve korunmasız bırakma politikalarının bize yansıyabileceğini düşünerek, daha derli toplu, daha dinamik, daha sıkı ilişkiler temelinde, saygı, sevgi, dayanışma ve paylaşım örgütlülüğüne dayalı, bir birliktelik oluşturmanın fırsatlarını değerlendirmeli, kendimize gelmeliyiz.

Emperyalizmin dayatması olarak ortaya çıkan, insanlığın yüz karası olan ırkçı, şovenist, Siyonist, dinsel baskıların arttığı günümüzde, dostluk, kardeşlik birliktelik temelinde birbirimize daha çok gereksinim duyduğumuzu bilmemiz gerekir. Ortak mücadele bayrağı olarak algıladığımız, derneğimizin çatısı altında el ele, omuz omuza ve daha güçlü bir şekilde örgütlenip, bir olalım, diri olalım, iri olalım… Ezilenler, horlananlar ve sömürülenler olarak, sınıf bilincine dayalı birlikteliğimizi daha da güçlendirmeliyiz

Başta ben olmak üzere, herkesin şapkasını önüne koymasını, yanlışlarından ve doğrularından dersler çıkarmasının tam zamandır. Bilerek ya da bilmeden kırdıklarımızdan, üzdüklerimizden özür dilemenin de tam zamanı bence… Karşımızdakilere dostluk elimizi uzatalım, sarılalım, sevgimizi ve yüreğimizdekileri paylaşalım… Ben buna buradan öncülük yapmak istiyorum… Gelin canlar, gelin dostlar, gelin arkadaşlar, … bir olalım, birlik olalım… Cesaretle yanlışların üzerine gidelim, doğruları ilke edinelim…

Hepimizin hoşgörü, dayanışma ve insanlık duygularımızı ön plana çıkararak, kendimizi karşımızdaki insanın yerine koyup, empati ve duygudaşlık kurarak, daha doğru kararlar alınmasına yardımcı olmamız gerekir.

Günümüzde yaşanan ve “insanlık dramı” diyebileceğimiz olayların bizi kendimize getirmesi, derneğimizin kuruluş amacı da olan “dostluk, kardeşlik, birliktelik, dayanışma ve paylaşım” olarak özetlenecek temel ilkelerde buluşmamız gerekir. Bu birlikteliği yerelden başlatıp, büyütüp geliştirmek için herkes kendisini görevli ve sorumlu hissetmelidir.

Kırılmaların, darılmaların, küskünlüklerin, bireysel çıkarların, kişisel sorunların, dar çerçeveli düşünmelerin aydın insanlara yakışmayacağını bilerek hareket etmeliyiz. Geçen on yılın bize öğrettiklerini, daha on yıllara taşıyabilmemiz için yeniden canlanmalı, silkinmeli ve özümüze dönmeliyiz.

Bir gün gelecek, Ortadoğu’da yaşanan politikaların benzeri olayların kurbanı olacağımızı düşünerek, o gün gelmeden daha çok örgütlenmeye, daha çok birlikteliğe, daha çok dayanışmaya ve daha çok birbirimize gereksinim duyacağımızı bilmemiz gerekir. O yüzden hemen şimdi deyip, zaman kaybetmeden var olmanın ve sonsuza kadar yaşayabilecek birlikteliğin örgütlü dayanışmasına katılalım, katkı sunalım, dostlarımızı ve sevenlerimizi gelecek için derneğimiz çatısı altında birleştirelim, buluşturalım.

Yarınlara daha güvenli, umutla bakalım, emin adımlarla yürüyelim…

Yeşeren sevgi ve dostluk tohumlarına bizde, sevgimizi, hoşgörümüzü, insanlığımızı, bilgimizi ve dostluğumuzu katalım…

Dargınlığa, küskünlüğe son verip, hep birlikte umuda ve çareye koşalım…. HAYDİ HEP BERABER…

 

Saygılarımla!

İsmail Özşahin

Avrupa-GYDKD Yön. Kur. Bşk.

Bergisch Gladbacc, 17.08.2014

 
Kör, Sağır, Dilsiz ve Algısız Olmak
Kör, Sağır, Dilsiz ve Algısız Olmak
Söylenen bir sözün, gösterilen bir fotografın, anlatılan bir öykünün, gösterilen bir filmin algılama sistemimize yönelik olan etkisinin, insanlar üzerinde bıraktığı izi ve insanların verdiği tepkiyi hiç düşündük mü? Yapılan söyleşilerde, anlatılan öykülerde, verilen konferanslarda, siyasi propagandalarda, insanlara seslenişlerde, bizlere neler verilmek isteniyor, dinleyenler ne anlıyor ve neler algılıyorlar. Verilmek istenenlerin ne kadarı doğru, ne kadarı yanlış ve ne yapılmak isteniyor…. Sorguladık mı?
Gösterilen fotografa baktığımızda, bize ne anlatılmak ve ne verilmek isteniyor sorusunu sorabiliyor muyuz kendimize? Seyrettiğimiz filmde, verilmek istenen mesajla algılarımız arasında bir çelişki doğuyor mu?
Gelişen ve zenginleşen teknolojiyle, bizlere sunulan kolaycılıkığın yanı sıra, bizden istenen nedir? Biz nelere hizmet ediyoruz ve kimler için katkı sunuyoruz? Kullanıldığımızın farkında mıyız?
Birileri savaş çığırtkanlığı yaparken, yapılacak savaş sonucunda kimlerin nasıl kazançlı çıkacağını, kimlerin çocuklarının savaşta öleceğini, hangi silah tüccarlarına hizmet ettiklerini yada edeceklerini hiç duydunuz mu? Vatan, millet … dediklerinde o „vatan“ ve „millet“in ne anlama geldiğini düşündünüz mü? Bizleri yönetenler, „refah ve zenginlikten„ söz ederken, bu refah ve zenginlikten herkesin ve sizinde yararlanacağınız anlamını mı çıkardınız ve buna inandınız mı?…
„Kardeşlik“ ve „barış“ sözcüğünü dillerinden düşürmeyen başımızdakilerin, bu sözcüklerle ne anlatmak istediğini sorguladık mı? Kim kime kardeş, nasıl bir kardeşlik? Barış ise, neden koşullu, neden hemen şimdi değil, sorularını sorduk mu?
Açlık ve yoksulluğun iliklerde hissedildiği bir ortamda, silahlanmaya ve savaşlara ne kadar para aktarılıyor ve bu paralar kimin cebinden çıkıp, kimlerin cebine giriyor? Sorduk mu kendimize? Çalışanlarının „açlık sınırı“ denilen „asgari ücrete“ mahküm edildiği bir düzende, dünya zenginlerinin sayısı yüzlerle anlatılırken, aklımıza geri kalan altı milyar insanın durumu geldi mi hiç?
Özgürlük denilince, sadece „bana dokunmayan yılan bin yaşasın“ sözünü anlatmak isteyen bir düzende, yazarların, şairlarin, düşünürlerin, ozanların, gazetecilerin, sanatçıların, siyasilerin, öğrencilerin, öğretmenlerin, bilim adamlarının, bu uğurda bedel ödeyenlerin, mahkümlerin, tutsakların, … kısaca aykırı duruş sergileyen milyonların çığlıklarını duyabildik mi?
Ağlayan anaların, babasız kalan çocukların, ölüme mahküm edilen gençlerin, sevgileri kursağında kalan genç sevgililerin, tarlası yakılan köylünün, aç ve açıkta bırakılan çocukların, evleri yıkılan aillerin … hissetik mi acılarını yüreğimizde, ağladık mı onlarla birlikte, koyduk mu kendimizi onların yerine….
Afganistan, Irak, Fas, Tunus, Cezayir, Mısır, Libya, Suriye, Lübnan, Filistin ve Türkiye’de patlayan bombalar parçaladı mı yüreğimizi? Onlardan çıkan alev aldı mı gözlerimizi elimizden? Sağırlaştı mı kulaklarımız seslerinden? Koptu mu dilimiz şarampel parçasıyla? Yitirdik mi aklımızı ve algımızı, Filistinde çocukları parçalayan İsrail füzesinin etkisiyle….
Dünyanın bir yerinde patlayan bombalar, bizleri kör, sağır, dilsiz ve algısız yapmadı. Bizi bu duruma getirenler, yıllardır mahküm olduğumuz kapitalizm, emperyalizm ve onun basın-yayın organlarıyla birlikte, onların yazdığı senaryoları çok iyi ezberleyen ve gösterileriyle kapalı gişe oynayan ve insaları uyutup oyalıyan, derslerini iyi çalışan kukla oyuncularıdır…
Günümüzde sosyal yaşam içerisinde yer alabilmek ya da toplumun bir bireyi olarak yaşamak için ne yapmalı, nasıl davranmalı, neleri nasıl algılamalı, algıladıklarımıza nasıl tepki vermeli… Neler doğru, neler yanlış, bu doğru ve yanlışlar kime göre doğru yada kime göre yanlış…. (Bu soruları çoğaltarak sürdürebilirisiniz)…
Bu soruları sorduğumuz sürece de, gözlerimiz görmeye, kulaklarımız duymaya, dilimiz konuşmaya, beynimiz algılamaya başlar…. Arkasında da sorgulama gelir, insan ve birey olduğumuzun farkına varırız… Hak, adalet, barış, eşitlik ve insanlık için başkaldırır, savaşların ve sömürünün karşısına dikiliriz… Yıllardır insanları ve toplumları „kör, sağır, dilsiz ve algısız“ yaşamak zorunda bırakan ve ona alıştıran emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine derslerini vermiş oluruz…
Engellilerin engellerden kurtulmak ve topluma yararlı olmak için verdikleri mücadeleye, engelsiz gibi görünen ama „kör, sağır, dilsiz ve algısız“ durumuna getirilenlerin , bu durumdan kurtulması için çaba harcadıklarına ve harcayacaklarına inanmak istiyoruz? Yoksa „böyle gelmiş, böyle gider“ diyerek, uyamayı sürdürecek ve sömürenlerin kazanç hanesinin büyümesine katkı sunmayı sürdereceğiz. Herşeyin birbirine karıştırıldığı günümüzde, uyumakla uyanık olmak arasındaki farkı da göremez haldeysek vay halimize…
Ne dersiniz, UYANIP ENGELLERİMİZDEN KURTULACAK MIYIZ? Neden olmasın… Yeterki istensin….
İsmail Özşahin
Bergisch Gladbacah / 14.12.2012
 
Birliktelik
Birliktelik; „bir elin nesi, iki elin sesi”

1960’lı Yıllardan sonra göç veren ve asimle edilerek kendi özdeğerlerinden uzaklaştırılmak istenen GÖPSENLİLER, yurt içinde ve yurdışında yaşamlarını sürdürebilmek için bugüne kadar mücadale etmiş ve etmeye devam ediyorlar. Kimi zaman anadan-babadan, kimi zaman yavuklusundan ve kimi zaman çocuklarından uzakta yaşamayı bile göze almışlar ve birçok sıkınlar, acılar ve üzüntülere katlanmak zorunda kalmışlardır.

Bugün de, Çorum, Ankara, İzmir, İstanbul gibi şehirlerin yanı sıra, Almanya, Belçıka, Fransa, Hollanda, Danimarka, Avustralya ve Rusya gibi ülkelere dağılmış ve oralarda yaşama tutunmak için bir savaşımın içinde olduklarını biliyoruz. Sevdiklerinden, köyünden ve köylüsünden ayrı bırakılmalarına karşın, kimliklerini, kültürlerini ve geldikleri yerleri unutmamış bir çok emektar insanımızın varlığı ve bunların bireysel olarak çevrelerine yaptıkları küçümsenmeyek, azımsanmayacak ve inkarı olası olmayan emeklerdir.

Bu “bireysel emeklerin” çevre insanına katkılarının yanısıra, bilinçli ve düzenli yapılmayan ve sadece “feodal ilişkilere dayalı” olarak yapılan yardımların da (küçümsenmeyek kadar büyük olmalarına karşın), insanımızın sadece bireysel günlük yarasına merhem olmuş, ama eğitimine, sağlığına ve yaşam standartına etki yapacak bir düzeyde olmadığı için sadaka gibi görülmüş ve zamanlada küçümsenir hale gelmiştir. 80’li Yılların başında bunu fark eden insanlar, o köyde yaşayan insanların yaşam standartlarının geliştirilmesi amacıyla çalışmalar yapmış, okul, sağlık, yol, su ve elektrik sorunlarına dikkat çekmiş ve bu alanda girişimlerde bulunmuşlardır. (Bu insanlarımızın emekleri de saygıyla anılmalı ve unutulmamalıdır).

Aynı yıllarda ülkede yaşanan acılar ve etkili olan darbe sonuçlarıyla da, tüm yurtta (hatta dünyada) bir “depolitize dönemi” başlamış, çıkarcılık, vurdum duymazlık, aymazlık, rüşvetçilik, liboşculuk, döneklik, sınıfına ve insanına ihanet, sahtekarlık, kandırmacalık ve ihbarcılık adeta olağan birşeyler gibi algılandı ve öğretildi. Bunun nedeni olarakta, insanlar “balık tutmayı değil, hazır balıkları nereden araklayabileceklerini” öğrenmeyi normal bir çabaymış gibi algıladılar ... ve bugüne geldik... Globalleşen, başka bir değimle canavarlaşan kapitalizm, kendi çarkları arasına aldığı bizleri, ya kendine uygun hale getirecekti ya da yok edecekti. İkisinin arasında, orta bir yol şansımızın olmadığını da hissettiriyordu. Bunu farkeden insanlar, daha çok sıkıştırılan kapitalizmin çarkları arasında yok olmamak, emperyalizmin dayattığı kaderciliğe, yokluğa ve yoksulluğa boğun eğmemek için, “birlikte birşeyler yapmalı” düşüncesiyle bir araya geldiler.

İnsanımzın ve köyüzün kaderinin değiştirme sansının, yine köylümüzün ve orada doğup büyüyen ve ya oralıyım diyebilen insanların elinde olduğunun bilinciyle, “birliktelik”, “paylaşım”, “dayanışma” ilkelerine dayalı olarak katılımcılığın ve sorumluluğun ortak algılanabileceği ve herkesin sorunları çözmek için “bende varım” diyebileceği, “ben yerine biz” sloganının çınlayacağı bir anlayış ve düşünce ile “dernekleşmenin” yani “örgütlenmenin” temelleri atıldı ve 2004 sonlarında önce Avrupa’da daha sonra 2005 yılında sırasıyla Çorum ve Melbourne’de derneklerimiz kuruldu. Başından beri, temel düşüncenin örgütlenme olduğu , birliktelik, dayanışma ve paylaşım ilkelerine sadık kalınması, birey yerine, tüzel bir kurumun (ya da kurumların) ön plana çıkması gerektiğininin önemi hep vurgulandı.

Derneklerimizin, birer kurum olarak, YAYLACIKLILARIN sesi, kulağı, gücü olması gerektiği, muhtarlık, köylüsü ve destek verenleri ile bir bütün oluşturmasının gerekleri üzerinde sürekli duruldu. Buna karşın, içimizden birileri bu yapılanmayı, kişisel bir çabaymış ve yapılan tüm işleri kendilerine mal etmek istemeleri ve kendilerini kurumların önüne çıkarmaları (ya da kurumlar üstü görmeleri ya da göstermeleri) hem amaçlarımızı, hem ilkelerimizi hem de derneklerimizi yıpratmış, kurumlarımızı ve amaçlarını anlaşılamaz bir hale getirerek, dernek üyelerimizin, yöneticilerimizin, katkı sağlayanların emeklerine saygısızlıktan da öte, acı bir durum ortaya çıkarmıştır.

Ne yazıkki bu yaşanan olumsuzluklara, dernek katkılarından yararlanan köylülerimiz, öğrencilerimiz, özürlü aileleri, muhtarlığımız, derneklerimizin üyeleri ve yöneticileri, hastalarımız, ... kısaca yanlışları gören herkes seslerini çıkarmamış ve bu yanlışları yapanlara gereken yanıtı vermemişlerdir. Bu da, derneklerimizin katkılarının ve yapılanların iyice anlaşılamaması anlamına gelmektedir.

2004 – 2012 Dönemine bakıldığında, sadece derneklerimizin kurulması ve tüzel birer kişilik almalarından ibaret olmadığını, bu kurumlarla birebir ilişkisi olanlar ve ilgi gösteren herkes tarafından bilinmektedir.

Peki neler oldu, neler değişti dernekleşmeyle birlikte:
Köyümüze yol yapımı su getirilmesi, kanalisazyon ve yolların kilit taşıyla döşenmesi (muhtarlığımızın büzük özveri ve çabaları unutulmamalı)
Cemevinin eksiklerinin tamamlanması, ön yüzününün reklamlardan arındırılması, Pir Sultan Abdal resmiyle mozaiklendirilmesi ve çevre düzenlemesinin yapılması, (özverili yardımseverlerimizin destekleriye)
Yemekhane ve tuvaletlerin yapımı (yardımsever köylülerimiz tarafından)
Morg (yardımsever köylülerimizin büyük katkıları ve dernek desteği),
Mezarlık ve Demirci Baba düzenlemesi (Çorum Derneğimizin büyük özverisi ve yarımseverlerin destekleri), Ağaçlandırma (Çorum Derneğimizin büyük özverisi ve yarımseverlerin destekleri),
Okulumuzun bakımı, onarımı ve açık tutulması için gerekenlerin yapılması,
Okul çocuklarına giyecek ve kırtasiye yardımı (Çorum derneğimiz, Burhan Erşahan ve ÇYDD ile iş birliği),
Sağlık Ocağının bakımı, onarımı, ebe tayini ve açık tutulması girişimleri,
Eğitime katkı amacıyla üniversitede okuyan öğrencilerimize yardım, (üyelerimiz ve yardımsever insanların katkılarıyla)
Özürlülerimize yardım, ayrıca köyümüzdeki ve çevre köylerdeki özürlülerin belirlenmesi, ve onları yaşama kazandırmak için projeler, (Hollanda daki bir iş adamı, WMB ve diğer gönüllü yardımseverlerin destekleriyle)
Hastalarımıza ve ailelerine yardım,
Yoksullarımıza yardım,
Ölen insanların ailelerine yardım,
Düğünlerimize katkı,
Dayanışma ve Paylaşım geceleri ve bunların gelenekselleştirilmesi, bu yolla da insalarımız arasındaki dialogların pekiştirilmesi, iletişim bağlarının kurulmasının sağlanması,
Almanya, Belçıka, Hollanda’nın değişik şehirlerinde köylülerimiz ve üyelerimizle toplantılar, Çorum ve Göpsen’de toplantılar, bilgilendirme çalışmaları ve söyleşiler, Anket ve araştırmalar,
Çorum’ki derneğimizin köyümüzdeki ölümlerle ilgili gelenek haline getirtiği defin-organizasyon çalışmaları,
Köyümüzdeki yardımsever insanların bağış ve hayratlarını doğru yönde kullanmak ve bunları köyümüzün hizmetine kazandırma çalışmaları (örnek: Çeşmeler, Mezarlık düzenlemesi, Morg, Yemekhane, Ağaçlandırmalar, ve ileride hazırlanacak projeler....)
Köyümüzdeki yoksul öğrencilere, muhtarlığa, cemevine ve okulumuza bilgisayar yardımı, (Hollanda Satranç Vakfı) Ve daha birçok etkinlik, güzellik ve para ile satın alınamayacak çok büyük değerler....
Ve en önemlisi PAYLAŞIM DUYGUSU ve bu duygunun verdiği MUTLULUK.....
Bunların tümünün değeri paraya çevrildiğinde, kısa zamanda köyümüz ve insanlarımız için küçümsenmeyecek büyük işler yaptığımızın anlaşılacağını ve bunun için de mutevazi olmadan tüm GÖPSENLİLERİN gururlanması gerektiğine inanıyorum.

Buna göre (bazı ufak tefek giderler hariç), bugüne kadar derneklerimiz aracılıyla sadece köyümüz ve köylümüze yönelik olarak 80.000 € dan fazla bir harcama yapmış olduğumuzu görüyoruz. Bunun içinde, yapılan ağaçlandırma çalışmaları, Yemekhane, Mezarlık Düzenlemesi, derneklerin kurulmasından sonra yardımseverler tarafından yapılan çeşmeler, yirmi adet bilgisayar ve birebir yapılan çalışmalar bulunmamaktadır. Bunları eklediğimiz zaman, bu meblağın yüzbin EURO nun üzerinde olduğunu da belirtmek gerekir. Yukarıda belirtiğimiz eksenbin Euro’nun 22.000,- €’su bağışlardan, 28.000,- €’su üyelerimizin üyelik haklarından (yani aidatlardan), geri kalan kısmı da, gönüllü yardımseverlerin doğrudan yaptıkları harcamalar ve büyük özverilerle yaptığımız etkinliklerden elde edilen gelirlerden karşılanmıştır.

Bu özverili ve karşılıksız katılardan dolayı emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler.... Gönül isterdiki, bu hizmetlerden yararlanan her insanımz ve özellikle öğrencilerimiz iki satır yazıyla bu güzellikleri dile getirip, derneklerimizin verdikleri çabaları desteklediklerini (ya da eleştirilerini) belirtip ve yardımsever insanları katkı sunmaya çağırsalardı....
Gençlerimizin depolitize olmadıklarını gösterip, dünya ve ülke koşullarını dile getirip, buna bağlı olarak, dernekleşmenin, birlikteliğin, paylaşımın ve dayanışmanın önemini vurgulayan, ekonomik, politik ve sosyal sorunlara dikkat çekici yazılar yazabilselerdi.

İşte o zaman belki dayanışma ve paylaşım biraz daha anlaşılırdı ve yapılan katkıların yerine ulaştığı duygusu pekişirdi, üyelerimiz ve katkı sunanlar da sevinirlerdi . Son olarak, bu yapılanların ne kadar önemli olduğunun farkında olan insanların nerede olurlarsa olsun, dernek çatısı altında, birlikte hareket edip, olumsuzluklara ve doğru bulmadıkları gelişmeleri eleştirmeleri ve yol gösterici tutum ve davranışları ile dernek yöneticilerine destek olmaları gerektiğine inanıyorum.

Katılımcılığın önemini bilerek dernek yönetimlerinde yer almaları, dernek çalışmalarına aktiv olarak katılmaları, ortak sorunların ve sıkıntıların çözümü için birlikte çalışmalarının önemini kavramaları gerekmektedir. Yönetimlere katılmak istemeyenlerin de üye olmaları ve üyelik haklarından doğan sorumluluklarıyla birlikte insanlıktan doğan sorumluluklarının gereklerini yerine getirmeleri durumunda, daha da güçlenip gelişeceğimizi bilmemiz gerektiği düşüncesindeyim.

Unutulmamalıdır ki, birlikte güç doğabilmesi için, önce bir birlikteliğin oluşturulması gerekir. Bu birlikteliğinde kişisel çıkarlara ve feodal ilişkilere kurban edilmemesi durumunda, daha etkili ve sağilıklı yürüyeceğinin bilincinde olmak gerekir. Herzaman yinelediğimiz gibi, “acılar, sıkıntılar, üzüntüler paylaşıldıkça azalırlar, mutluluklar, sevinçler, güzellikler ve dostluklar paylaşıldıkça çoğalırlar”..... Hayallerimizi genişletip, umutsuzluklara düşmeden, özgüvenimizi pekiştirerek, umut olalım....

Hep birlikte, omuz omuza, haydi paylaşıma, haydi dayanışmaya, haydi güzelliklere, haydi sevgiye, haydi dostluğa, haydi geleceğe, haydi...

Saygılarımızla!
İsmail Özşahin
(AVRUPA - GYDKD)

NOT: Katkı sunan ve destek verenlerin isimlerini, bazı yardımseverlerin isimlerini açıklamak istemedikleri için, diğelerini de unutabileceğim isimler olur korkusuyla yazmadım. Tüm katkı sunanların affına sığınıyor, yeniden herkese ve üyelerimize teşekkürler ediyoruz....
 
DALKAVUKLUK

DALKAVUKLUK

- İNCE BİR İŞTİR HER SOYSUZA NASİP OLMAZ! -

Süleyman Akkoyun

Dalkavuk: Kendisine çıkar sağlayacak olanlara aşırı bir saygı ve hayranlık göstererek yaranmak isteyen ( kimse ), şaklaban, yağcı, yalaka.( Türk dil kurumu )

Halk arasında dalkavuk tipler ile ilgili anlatımlardan, iki örnek vermekte yarar görüyorum:

Birincisi: Filozofun biri bir dalkavuk ile sohbet ediyormuş, fakat filozof ne derse desin dalkavuk onu tasdik ediyormuş. Sonunda sabrı tükenen filozof haykırmış! Yahu birader hiç olmazsa bir kez olsun dediğime itiraz et de, iki kişi olduğumuzu anlayalım.

İkinci örnek de; Önemli mevkide bulunan bir devlet adamı dalkavuğun biri ile gırgır geçmek için olacak ki, sıfır nedir ? diye ona takılmış.Yanıt tam da beklenildiği gibi olmuş: Sizin huzurunuzda ben efendim.!

İşte yalakalarin ruh halleri budur.

Halkımızın Güney Kürdistan’da kazandığı mevzi ve bunun da, ülkemizin diğer parçalarında yarattığı ulusal çoşku hem bizler, hemde halkımızın karşıtları tarafından da en ince detayına kadar izlendiği bilinmektedir. Karşıtlarımız, halkımızın kazanımlarını sabote etmede işbirliği yaparken, bizim de güneydeki soydaşlarımız ile pragmacı ( yararcı / faydacı ) mantığı dışlayan ve aynı zamanda da, ulusal çıkarları temel alan bir anlayış bütünselliği sergilememiz gerekmez mi ?

Halkımızın Türkiye, İran ve Suriye’de ulusal bazda örgütlenebilmesi ve bunun güce dönüştürülmesi aynı zamanda, Güney Kürdistan’daki kazanımların da garanti altına alınması ile doğru orantılı olduğu bilinmelidir. Dört tarafı düşmanla çevrili olan Güney Kürdlerinin, Kürdistan’ın diğer parçalarındaki örgütlü soydaşlarından daha sağlam, başka bir dayanakları olabilir mi? Ama üzülerek belirmek durumundayım ki, güneyli egemen ulusal siyasi iradenin, Kürdistan’ın diğer parçalarında yaşayan Kürd politik örgüt veya şahsiyetleri ile olan egemen ilişki mantığı; günübirlik ve soydaşlık esprisinden uzaktır.

Türk egemenlerinin genelde Kürdistan ve özelde de Güney Kürdistan politikası değişmiştir. Cumhuriyet tarihi boyunca nakaratlarını duyduğumuz, Kürd diye bir millet ve dolayısıyle Kürdçe diye bir dil de yoktur söylemi tarih olmuştur. Güney Kürdleri ile cepheden savaşmanın uluslararası koşulların da bir sonucu olarak olanaklı olamıyacağını kavrayan sömürgeci güçler, istenmeyen bir sürpriz ile karşılaşmamak için de, Kürdistan Federal Hükümeti ile ilişki geliştirerek iç işlerine müdahele edebilmenin zeminini oluşturma çabasındadır.

Kürd milletinin Kürdistan’ın her dört parçasında da, ulusal demokratik haklarını elde edebilme savaşımlarında en büyük engelin, Türk sömürgeci sistemi olduğu unutulmamalıdır

Güneyli soydaşlarımızın, sömürgeci ülkeler ile olan ilişkilerinde diğer parçadaki Kürdler üzerinden politika yapmak gibi bir hataya düşmesi, güneyin de kazanımlarını riske eder ki, bu sorumluluğun altından kimse kalkamaz.!

Tarih; Güny Kürdistan’ın ortak ulusal siyasi iradesine; Kürdlerin ulusal birliğine hizmeti ve aynı zamanda da ulusal demokratik yapılanmaların önünü açıcı olma misyonunu yüklemiştir. Bundan sapma hepimize kayıp ettirir.

Bu makalenin başlığından da anlaşılacağı gibi, esasında değinmek istediğim konu, Kuzey Kürdistan’daki ulusal demokratik haraketine musallat olmuş bir hastalığın teşhiri ile ilgilidir. Güney Kürdistan’lı örgütlerin, ülkemizin diger parçalarındaki yapı veya kişiler ile olan ilişkilerinde pragmacı oluşları, adını koyduğumuz bu illetin, tüm bünyeyi işlevsiz kılan düzeylere ulaşmasında etkili olduklarına da, tarihi deneyimlerimiz tanıklık etmektedir.

Bu pragmatist ilişkiler ve sömürgeci ülkeler ile olan ilişkilerinde, Kürdistan’ın ulusal birliğine hizmet edecek düzeyde olması noktasında eleştirmek, güneyli soydaşlarımıza düşmanlık değildir.Tam tersine bu tür ilişkilere karşı olmak veya eleştirmek en doğru dayanışma örneği olarak algılanmalıdır.

Padişahım çok yaşa ! mantığına esir olanlar, tarihe karşı suçlu duruma düşeceklerdir.

Kürd ulusu ve Kürdistan sorununun var olma koşulunu; yalnız güneyin başarı veya başarısızlığına endekslemek, ülkemizin diğer parçalarındaki halkımızın mücadelesini yanlış kanallara yönlendirmeyi amaçladığını yüksek sesle ifade etmek istiyorum.

Kuzey Kürdistan’da dalkavuk tiplerin bolluğu ortadadır. Bu tiplerin yanı sıra, temel mücadele alanı; Kuzey Kürdistan olması gerekirken, özünde kuzeyi ıskalayan bu örgüt müsveddelerinin de politik arenaya egemen oluşu, kuzeyde sürece müdahele edebilmenin araçlarını yaratma ve sorunlarımızın çözümüne yönelik çabaların verimliliğini de düşürmektedirler. Adeta Ahtapot gibi halkımızın tüm yaşam alanlarına oksijen taşıyan kanallarını da tıkamaya çalıştıkları veya buna hizmet ettikleri de görülmelidir.

Dalkavuklukta karar kılmış bu tür eğilim veya kişilerin teşhirinin de aynı zamanda, Kürd ulusal mühalefetinin acil çözüm bekleyen sorunlarının da çözümüne katkı sunabileceğine inanıyorum.

Abdullah Öcalan’ın “tek güç” olduğu ve televizyonun kariyerist düşkünler için cazibe merkezi olduğu dönemler, oralarda boy gösterip Apo’ya el pençe duran bu tiplerin doğaları gereği, patronlarına karşı olanlara ve özellikle de Güneyli Kürd önderlere nasıl hakaret, iftira ve düşmanca saldırılarda bulunduklarını, belleği sağlam olanlarda tüm canlılığı ile duruyor ! Övgüler düzerek tabulaştırdıkları Apo’nun dergahından umduklarını bulamayan bu yalaka tipler; şimdi de düne kadar hakaret ettikleri veya ihanetle suçladıkları Güney Kürdistan politik örgüt ve şahsiyetlerine toz kondurmama yarışına girmişlerdir.

Burada bir çelişki veya iki yüzlülük göremiyormusunuz ?

Güney Kürdistan Federal yapısının işleyiş ve ilişki biçimine yapılan en olumlu eleştiri sahiplerini bile, “ Türkiye’ye hizmet ve Kürd ulusal davasına ihanet ” gibi temelsiz suçlamalarda bulunmalarının, siyasi ve ekonomik rantı amaçladığını biliyoruz. Bu iki yüzlü ruh hallerinin dışa vurma durumudur. Bencil egolarını tatminden başka hiç bir değeri olmadığı bilinmesine rağmen, güneyli ulusal siyasi iradeden prim aldıklarına da üzülerek tanıklık ediyoruz.

Güney Kürdistan’lı politik güçlerin; dalkavukluğu onure edici bu türden ilişkileri, Kuzey Kürdistan’da ulusal demokratik muhalefetinin toparlanmasını bloke edici özelliğini görememezlik edemeyiz.

PKK’ın zirvede seyir ettiği 1993 / 96 dönemlerinde, Apo’nun işi alıp götürdüğü yanlış tesbiti ve erkten nemalanma güdüleri ile farklı çevrelerden insanların, Şam’da sıra bekledikleri dönemi unutmamak gerekir. Bu tipler Abdullah Öcalan’a rücu etmek için sıra beklerken, Apo ve PKK’sinin genelkurmayın bir projesi olduğunu ve Kürdleri felakete sürüklediğini savunan yurtseverlere saldırmalarının çok önemli nedenleri olmalıdır.

Dalkavukluk bir ruhsal bozukluktur.!

Halkımızın güneydeki kazanımı elbette tüm Kürd ulusu için kazanılmış bir mevzi olduğundan kuşku duyulmaz. Yurtseverler; bu kazanımları göz bebekleri gibi korumasını bilenlerdir. Aynı zamanda da güneydeki ortak ulusal siyasi iradenin, Kürdistan’ın diğer parçaları ile olan pragmatik ve diğer parçalara zarar veren yaklaşımlarını da eleştirme cesaretini gösterebilenlerdir.

İşte bizi dalkavuklardan ayıran bir özelliğimiz budur.

Bu ve buna benzer düzeysiz ilişki ve olumsuzluklarını eleştirmeyi düşmanlık olarak yorumlayıp, dün Apo’yu kutsayarak, Barzani ailesini ihanetle suçlayanlar! Bugün de, tam zıttına dönüşen bu yalakaların, güneyli güçlerin tetikçileri olarak piyasada boy göstermelerinin kişisel yarar sağlamaktan başka hiç bir amaç taşımadığı bilinmelidir.

Güney Kürdistan’da birgün işler sarpa sararsa, yine bu köle ruhlu tiplerin her türlü hakaretlerine maruz kalacaklarından kuşku duyulmamalıdır.

Dalkavuklarda ar damarı çatlamıştır.

Küzey Kürdistan’lı dünün politika aktörlerinin nemalanmak amacı ile, güneyli egemen siyasi iradenin eşiğini aşındırdığı bir sır değildir. Güney Kürdistan federe hükümetinin bu geçiş sürecinde, ulusal birliğin yolunu tıkayan uygulamaları ve sömürgeci devletler ile olan ilişki kapsamını eleştirmek, güneyli soydaşlarımıza sunabileceğimiz en büyük katkıdır. Doğaları gereği değişken ve kaypak olan bu sürüngen tiplerin bunu kavramada güçlük çekmesi doğaldır.

Birilerinin tetikçiliğini yaparak gündemde kalmayı başaran bu yalakaların deşifrasyonlarına katkı sunmanın da, bir yurtseverlik görevi bildiğimi ifade etmek istiyorum.

Eskiden bir egemenin bir dalkavuğu olurken, şimdi her parası ve güçü olanın, yüzlerce dalkavuğu var.

Nerede o eski dalkavuklar diyesi geliyor insanın !

Stockholm

Ocak 06

Bu mail adresi spam botlara karşı korumalıdır, görebilmek için Javascript açık olmalıdır

ype the text here
 
Yaşananlar ve Düşündürdükleri....
Yaşananlar ve Düşündürdükleri....

“Savaşı zenginler çıkarır fakirler ölür” diyor Jean Paul Sartre...

Ortadoğu ve kuzey Afrika’da amacına tam olarak ulaşamayan emperyalist güçler Türkiye’deki kuklalarını ve o kuklaların Suriye ayağındaki firguranlarını devreye soktular.... “Durup dururken” bir Türk uçağı düşürülüyor. Kimin, niçin yaptığı, o uçağın orada ne aradığını, neden silahsız bir uçağın özellikle bu kritik zamanda, Suriye güçlerince vurulduğunun sorularını kimse sormuyor...

Bir taraftan kendi egemenliğinin sürmesi için halkına zulümden başka birşey vermeyen Esad ailesi, diğer taraftan “emperyalizmin namlusu” konumuna gelen  AKP hükümeti ve onun lideri ve dolayısıyla Türkiye...

Sistem, eskiden minare çalınırken bile kılıf uydurulurken, şimdi çalmanın ve sömürmenin kutsallaştırıldığı ve ibadet gibi sunulduğu bir duruma getirildi... Daha önce NATO aracılığıyla emeğe ve emekten yana herşeye saldıran batının jandarması Türkiye, bugün pastadan pay almak amacıyla, bir adım ileride gidiyor ve bunuda gizlemiyor... Üstelik bunu yaparken, eski “dindar kardeşleri”, “sevgili dostları”, “aileden saydıkları” ve “mazlum” dedikleri arasında da ayrım gözetmiyor...

Dün Irak, Tunus, Cezayir, Fas, Libya, Sudan, Mısır ve şimdi de Suriye... Yarın sıra kime gelecek hangi mazlum ulusun kanına girecekler belli değil.... ”Ilımlı İslam” adı altında, “Büyük Ortadoğu Projesi”aksaksız sürüyor ve bizim “eş başkan” da salya sümük, kudurmuşcasına tehditler savurmaya devam ediyor...

En acıklı yanı da, kendisine “aydın, gazeteci, prof. vs” diyen, yalaka takımının borazanlarını ortaya çıkarmaları ve savaş dam-damlarını çalarak, toplumu “kendi istedikleri” olası bir savaşa hazırlamaları. Asıl görevleri, neden ve niçinleri sorgulamak olması gereken bu takım, halkın uyutulması ve“vatan, millet, Sakarya” yalanlarıyla, halkların birbirine düşman edilmesi ve savaşın barıştan daha kutsal olduğunu beyinlere kazımaya çalışması...

Dünya, emperyalizmin “modern paylaşım savaşı”yla ilgilenirken ve herkes bu paylaşımdan kazançlı çıkmak için adeta yarışırken, BOB  eşbaşkanı ve emperyalizm canavarının namlusunu tutan sözcüsü, bir taşla iki kuş vurmanın peşinde...

Birincisi bu paylaşım savaşında ekonomik kazanç ve güç sağlamak bu yolla kendi koltuğunu pekiştirmek... (Başta Amerika olmak üzere emperyalist güçlerin desteğiyle, devlet başkanlığına gidecek yolda çıkacak engelleri de kaldırmak)...

İkincisi de, yükselen ve giderekte daha da güçlenen demokratik muhalafeti susturmak, bastırmak,“ileri demokrasi” adı altında da bir halkın yok olmasını sağlamak... Arkasına aldığı emperyal güçlerin rüzgarıyla “kendi derin devleti”ni kurmak, sömürü düzeninin sürmesini sağlamak.... Türk ve Kürt halklarının direncini kırarak, uyumalarını sağlamak... Korku ve baskı imparatorluğunu pekiştirmek...

Son zamanlarda basına yansıyan ve toplumda rahatlama yaratan  “yumuşama, diyalog ve çözüme yakın politika rüzgarlarının estiği” bir dönemde, bu kezde AKP derin devletinin devreye girmiş olması da çok anlamlı... Bu politikalara başta halklar olmak üzere, basın, medya, CHP MHP ve BDP ninde ortak edilmeye çalışılması da akıllara oynanan oyunun ne kadar büyük olduğunun sorusunu getiriyor...

Şimdi bir süre daha haklarımız, bu “vatan, millet, bayrak” naralıyla oyalanacak, kimse iş, aş, emek, hak, adalet, barış ve özgürlük sözcüklerini anımsamayacak (yada kullanamayacak)... Cezaevleri ve işkencehaneler dolacak, gösteri ve hak arama suç olmaya devam edecek... Kadınlar, gençler  ve çocuklar cezalandırılmaya devam edilecek... Partiler, sendikalar, dernekler ve kurumlar baskılara aramalara tabi tutulacak, gerçek yazarlar, gazeteciler denetlenecek ve yasaklanacak... vs... vs..

İç politikada tıkanan yollar, dayatılan çözümsüzlük, Anayasa, Kürt Sorunu, Uludere, ... belleklerden silinecek... Uluslararası sömürgeci destek aracılığıyla da haklı olduklarını kanıtlamaya çalışacaklar...

TV dizilerinin sezon finali yaptığı bu dönemde böyle bir oyuna gereksinim duyuluyordu ve Suriye’deki işbirlikçilerinin de yardımıyla oyun başlamış oldu... Başardılarda... Yakında NATO ve diyer emperyalist güçler devreye girer, istediklerini elde ederler, figuranlar ve işbirlikçileri de “ayakta alkışlandık”diyecek kadar ileri giderler ve kendilerini “gerçek birer oyuncu” ya da “kahraman” sanmaya devam ederler...

Bunlar yaşanırken, vatan, millet, bayrak naralarına çanak tutanlar da, farkında olmadan emperyalist güçlerin değirmenine su taşımaya devam ediyorlar... “AKP nin Liboşları ve derin devleti” de yandaşların bu pastada nasıl pay alacaklarının üstünü kapatmak, BOB başkanlarını ve eşbaşkanlarını haklı çıkarmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar.

Çıkarılan bu “çakma kriz” haberi ön plana çıktığı anda, Türkiyede neler oldu, neler yaşandı sorusunun da sorulması gerekiyor... Kim kime hangi sözleri verdi? G20 de hangi kararlar alındı? AB ve Nato kararları var mı? ABD ve yandaşlarının planları nelerdir? Türkiye’de kimler tutuklandı? Hangi operasyonlar yapıldı? Hangi yasa ve yönetmelikler jet hızıyla geçti? Hangi ihaleler ve sözleşmeler imzalandı?  ABD, AB, NATO ve diğer sömürgeci güçlerin  neden iştahları bu kadar kabardı ve neden bu kadar çabuk taraf oldular? ... Bu soruları çoğaltabilirsiniz...

Halkalarımız ve insanlar savaş çığırtkanlığı yapanlara karşı çok uyanık olmalıdırlar... Bu uçağın orada ne işi vardı sorusunu sormalılar... Bahçenize gizlice giren komşunuzun, niyeti ne olursa olsun, evinizin içini ve dışını filme çektiğini görürseniz ne yaparsınız? Bu istihbarat ve ses kayıtları MİT sorununu yaratan kayıtlara benzemiyor mu? Sorular, sorular, sorular, ... yanıtını sadece birilerinin bildiği sorular...

Halkların kardeşliği, toplumların kendi kaderini tayin hakkı ve BM insan hakları beyannamesi rafa kaldırılınca, yerini orman kanunları ve o ormanı yöneten en güçlü canavarın kararları alır....

Zaman ırkçılık, milliyetçilik adı altında uyuma zamanı değildir.  “Modern sömürü ve paylaşım savaşı”na karşı çıkmanın tam zamanıdır...

Çocuklarımıza savaşsız, sömürüsüz bir dünya bırakmak için, daha bilinçli, daha kararlı olmanın zamanı.... Halklarıımızın ve insanlığın düşünmesi ve taraf olması dileğiyle...





İsmail Özşahin

25.06.2010 / Berg. Gl.

 
Yaşama geriden veya yenik başlamak
Yaşama geriden veya yenik başlamak
Ey sevgili cenin arkadaşım, sen ve ben annelerimizin karnında....
Sen anlarmısın bilmiyorum ama, kendimden söz edeyim...
Daha yeni anlamıştı annem, beni karnında taşıdığını, sevindiğini ve yüzüncen gülücükler açtığını sezinledim... Daha kendisi de çocuktu ama anne olacaktı.... Paylaşamadı zavallıcık sevincini kimseciklerle, sadece usulca ve gizlice beni okşadığından başka... Açlık yokluk çekiyordu, bana vermesi gereken besinleri bile alamıyordu, onunla birlikte bende açlık hissediyordum...
Kışın soğukta onunla üşüyor, yazın sıcakta onunla birlikte terliyordum, yorgun, bitkin ve çaresiz.... Bazen evde, bazan tarlada yada herhangi bir yerde kafama tekmelerin indiğini ve canımın incidiğini hissediyordum. Annem bana zarar gelmesin diye, kolunu ve başını siper ediyordu...
Bilki, sen annenle sakin sessiz müzik dinlerken, büyüyüp, öğrenip, gelişirken, ben yaşamak için çabalıyordum.... Ağıtlarla başladı ve ağıtlarla sürdü yaşamım....
Herşeye rağmen direndim ve sana doğum gününde yetiştim.... Geç kalmamak için elimden geleni yaptım...
Sen hastahanede, tertemiz koşullarda, ben köyde, bir ahır köşesinde dünyaya geldik... Senin adını “Işık”, benim adımı “Umut” koydular.... Ve yarışımız yine başladı...
Sevgili bebek arkadaş,...
Sen annenin sütünün yanında markalı mamalarla beslenirken, bana annemin sütü bile çok görüldü... Sen en güzel bezlerde ve geniş yatağında yatarken, bana toprak ve sıkı kundak reva görüldü. Ben soğuktan titrerken, sen sıcacık yatağında ninniler dinliyordun... Ve sen ilk “baba” dediğinde, ben hala açlıktan ve hastalıktan perişan, ağlıyordum... Sen ayakalandığında ben emekliyordum... Sözüm var sana yetişeceğim....
Çocuktuk artık.... Gerçi sana boydan yetişemedim, ama okula aynı anda başladık... Burada sevincim sonsuzdu, ama kısa sürede, bu sevincin hayal kırıklığına dönüşeceğini henüz bilmiyordum... Çünki seni de kendim gibi sanıyordum...
Önce giysilerin takıldı gözüme, sonra çantan daha sonra da, o çantanın içinden çıkarıp masaya koyduğun eşyaların... Hiçbiri benimkilere benzemiyordu, zaten benimde fazla birşeyim yoktu kıyaslayacak... İmrendim, kıskandım... Daha sonra kanıksadım, önemsemedim...
Öğretmen sınıfa girdiğinde asıl farklılığımız belirginleşti... Öğretmen senin dilinde bizi selamladı... Senin dilin benim ana dilim değildi... Şaşırdım, anlamadım, yanıtlayamadım... Benim gibi olanlar da şaşkındı, senin gibi olanlarda, ama öğretmenimiz bunun farkındaydı...
Bunu da, ilk konuşmasındaki, senin dilini bilmeyen bizlere verdiği “çok çalışma” öğüdünü de daha sonra anlayacaktık...Ve senin gibiler okuma yazma öğrenirken, benim gibiler senin dilini öğrenmek için yine arkandan geliyorduk, yani yine yarışa geriden başladık...
Buda yetmedi, tam yetiştik, berlikte yaşamın merdivenlerini çıkacağız derken, inancımızın da farklı olduğu ortaya çıktı.. Sana ve bana öğretilen “din dersi” nin içinde benim inancıma göre hiçbir şey yoktu... Senin ailenden öğrendiğin şeyler yinelenirken, benim ailemin inancına hakaretler ediliyordu. Benim de bunu doğru olarak öğrenip senin yaptıklarını yapmam isteniyordu.. Yaşam merdiveni başında bana atılan bir çelme gibiydi ve yine geriden başlamak zorundaydım.
Anne karnında ve bebeklikte fazla anlayamadım, ama çocuklukta, bazı şeylerin doğru gitmediğini anlar gibi oldum. Sana ve herşeye inat yarıştan kopmamak için kendime söz verdim... Seni geçemezsem bile başabaş yarışabilceğimi düşündüm... Direndim, çabaladım...
Sanırım bunu, sen sadece kıskançlık olarak algıladın. Ama başkaları bunun farkındaydılar, onun için de yeni yeni engeller koyuyorladı önüme... Her engelinde kendilerince bir açıklaması ve haklı nedenleri vardı... Sınav, dersane, paralı eğitim bunların başında geliyordu... Sınıf farkını algıladım bunların sayasinde, sen algıladın mı bilmiyorum...
Bu konulan engellerin bir kısımını aşamadığım için, yine senin bir adım arkanda kalmıştım, ama azimliydim, sana yetişecektim...
Askere de birlikte gittik, tam yarış bitti, orada eşitiz diyecektim ki, yine ayırdılar bizi... Sen vatansever, ben vatan haini muamalesine tabii kaldık... Sen bir elin yağda, bir elin balda bitirirken, ben sürgünler yedim... Ve sen teskereyi de benden önce alarak, yine öne geçtin...
Yetişkin olduk, aynı üniversiteleri bitirmemişte olsak, değişik üniversitelerden mezun olmuştuk... İş aramaya aynı koşullarda başladık... Sana açılan kapılar bana kapanmaya başladı... Çünki “senin sarı, turuncu, kırmızı fişlerin” yoktu... Benim vardı ve gideceğim yere benden önce varıyorlardı...
Sen ülkenin sevgili evladı, bizler üvey evlat işlemi görünce, seni, sana o olanakları hazırlayanlarla başbaşa bırakıp, şansımızı ülke dışında zorladık... Ne mi oldu?
Hani ilkokula birlikte başlamıştık ve ben senin dilini öğrenmek zorunda kalmıştım ya... İşte şimdide öyle oldu... Kendimi ilkokula başlamış hissettim, önce geldiğim yerin dilini öğrendim, sonra adetlerini, daha sonra da sosyal yaşamalarına beni alsınlar diye daha fazla çaba...
Buda yetmedi, burada yalnız da değiliz, hem bizden, hem sizden hemde buranın yerlileleri... Dilimi unuttum, bizdekileri ben anlamıyorum, dilinizi öğrendim, sizdekiler beni dinlemiyor... Hem bizdekiler, hem sizdekiler bunların dilini öğrendik, onlarda bizim rengimize bakıp (çünki birbirimize çok benziyoruz), hiçbirimizi adam yerine koymuyorlar...
Sevgili “IŞIK”, büyüdük, olgunlaştık, geliştik....
Sen orada yüksekte, ışık vermen gerekirken, karanlığa boğdun çevreni... Ne sen anladın, ne cevrendekiler... Ne de sana o şansı yaratanlar, ama bizler biliyorduk...
Bende değiştim, yarışmıyorum artık seninle... Senin karanlığınla yarışmaktansa, bana “umut” adını verenlere umut olmayı tercih ettim....
İnsanların, kendi ellerinde olmadan yaşamı boyunca engellenmesi ve eşit koşullarda yarışlarına olanak sağlanmaması “insanlık, demokrasi ve insan hakları” adına yapılıyorsa vay halimize... Ve vay o demokrasiye, vay insanlığımıza...
Asıl işi karanlık saçmak olan sahte ışıkların aldatmacalarına, yalanlarına kanmadan, onların varlık nedeni olan güçlerden de hesap sorulması gerekir...
Sınıf bilinci olmayan insanların, kararlı ve doğru duruş göstereceklerine de inanmıyorum... Bizden sonrakilerin, “ yaşama bir adım geride başlamamaları” için, “özgürlük, demokrasi ve insan hakları adına” herkesin daha bilinçli haraket etmesi ve dayanışma ruhuyla örgütlenmesi gerekir.
Ancak böyle çıkar KARANKLIKLAR AYDINLIĞA....
Yaşama geriden başlayanlara (yada başlamak zorunda olanlara) “umut” olmak dileğiyle...
İsmail Özşahin, Gl. 02.03.2012
 
Degismeyecekse....
Değişmeyecekse....
Yokluk, sefalet devam edecekse,
Yoksulluk kader olarak anılacaksa,
Katliamlar sürecekse,
Ve bu katliamlar bir özürle geçiştirilecekse,
Afetler, savaşlar yine can alacaksa,
Ölecekse çocuklar yine soğuktan,
Okullar sobasız, hastahaneler yataksız,
Yollar kapalı, köyler ulaşılmaz,
Babalar işsiz,
Anneler çaresiz olmaya devam edecekse,
Öğrenciler tutuklanacak,
Çocukların ırzına geçenler serbest dolaşacaksa,
Yolsuzluk ve haksızlık yapanlar baştacı olacaksa,
Demokrasi adına işlenecekse cinayetler,
Ayrılacaksa insanlar renklerine, dillerine ve dinlerine göre,
Kıyılacaksa yine gencecik kızlara töre adına,
Tanrılaştıran “para”ya tapılınacaksa,
Ve bu “tanrıya” hükmedenlere “biat” etmeyenler düşman ilan edilecekse,
Tükenmişse umutlar, yoksa kurtuluş,
Yoksullar daha yoksul, varsıllar daha varsıl yaşayacaksa,
Sayılmayacaksa nüfusun yüzde doksanı insandan, ...
Değişmeyecekse hiçbirşey ve daha da kötüleşecekse,
Ne beklenir yeni yıldan...
.......

Umutlarınızın tükenmmesi dileğiyle, savaşsız, sömürüsüz, sağlıklı nice yıllara....
İsmail Özşahin / Bergisch Gladbach, 31.12.2011

 
PARA "TANRI"LAŞTI
Para tanrılaştı...
Tanrının değiştiği günümüzde o “tanrı”ya bazıları hükmedebiliyor, hemde açıktan ve çekinmeden.
Bu hükmedenler, dünyayı ve kazanç merkezlerini yönetmek ve denetlemek için, kendi lehine olmayan herşeyi yok etmekten çekinmiyorlar, korkmuyorlar, utanmıyorlar...
Yeni “tanrı” eski tanrıya kafa tutmaya başladı. Bu kafa tutmayı açık ve normal savaş kurallarıyla yapmıyor. Sahte, yapmacık, ikiyüzlü politikalarla, yani takkiyelerle yapıyor. Aradabir dik bir karşı duruş göstermesine rağmen, genelinde o’nun kurallarıyla oynayıp, o’nun yasalarıyla onu ezmeye, küçültmeye ve hatta yok etmeye çalışıyor...
Eski tanrı görünmezdi, onun gücü mucizelerindeydi. O tekti  ve herkes ona kulluk yapmak zorundaydı. Yapmayanlar ve onun kurallarına uymayanların bir kısmı bu dünyada cezalarını çekerdi, bir kısmı da (o tanrının cellatlarının erişemedikleri ve diz çökmeyenler),  zaten öbür dünyada yanacaklardı...
Şimdiki “tanrı”, tüm kuralları ona hükmedenler  aracılığıyla koyuyor,  tüm yetkilerini onlardan alıyor  ve onların belirlediği oyunları oynuyor... O kendisi tanrı ama, onun gücünü, gizemini, neler yapıp yapamayacağına ona hükmedenler karar veriyor.
Eski tanrı, insanların nasıl yaşaması gerektiğine ve onların kendi aralarındaki sınıflaşmayı kurallara bağlarken, dil, din, ırk, soy ayrımına özen gösterirdi. Bazıları onun sevgili kullarıydı, ona göre onlara ayrıcalıklar tanırdı, “yürü ya kulum” dediği zamanda, onlar yöneten, denetleyen ve üst tabaka olurlardı...
Yeni tanrı, kurallarını kendisi koymadığı için, hükmedenler o günün koşullarına göre, kime hangi özelliği tanıyacaklarını günlük belirliyorlar... Bugün rengini, tipini, dilini ve dinini sevdikleri ve beğendiklerini yarın düşman ilan edebilirler. O karar, o “kulun” o günkü durumuna ve sahibine kazandırdıklarıyla ölçülebilir. Yarın kimin iyi kul olacağına, yine tanrılarına hükmedenler karar verirler. Kim, kendi kaynaklarından daha fazlasını yeni tanrısına hükmedenlere peşkeş çekerse, kim daha çok “biat” ederse, kim bağlı bulunduğu toplumun değerlerini alt üst edip, halkını yoksulluğa, zulme, açlığa, yokluğa, sömürüye razı ederse, en iyi “kul” sertikası alır, ve bir dönem o sömürü düzenine ortak edilir... Kendisine özel, kanlı törenler düzenlenir, uğruna insanlar kurban edilir, kahraman lider ilan edilir, reklamları bile kanla yazılır. Yazılırki, sömüreceği toplumda ona “biat” etsin. Araştırmasın, sorgulamasın, sormasın... Anlamasın, bilmesin, neden ve niçin aç bırakıldığını, nasıl sömürüldüğünü...
Yeni tanrıya hükmedenler, demokrasi, özgürlük, insan hakları, eşitlik, yenilik, değişim ve buna benzer birçok ilgi çekiçi söz ve söylem üreterek, hakların beyinlerini yıkamak içinde çok becerikli ve donanımlıdırlar... Ellerinden ne geliyorsa yapmaktan, gerekirse ağlamaktan, gözyaşlarının sel gibi akmasından çekinmezler. Öğrenilmiş ve kabullenilmiş tüm değerleri önce överler, sonra yavaş yavaş yıkılmaları için dibini oyarlar, günü geldiği zamanda ilk tekmeyi vuracak yandaşa verilecek ödülü yükseltirler...
Yeni tanrıya hükmedenler için, insan sadece “kulluk görevini “ yerine getiren bir köleden başka birşey değildir. O kendisine verilen görevi, düşünmeden, sorgulamadan yapmak zorundadır. Sorguladığı an, geldiği yere gönderilir, gereken hesap sorulur. İnsan, yeni tanrı için bir sömürü aracıdır, o nu sömürmek en doğru, en yasal, en yüce ve olmazsa olmaz duygudur, olmalıdır. Sağlığında işe yaramayan insanın ölüsünden de yararlanılabilinir. Onun için gerekirse “katliamlar” bile göze alınır... Bu katliamların kimler tarafından nasıl yapılacağı ise hiç önemli değildir...
Yeni tanrı eski tanrının tüm kurallarına uyar gibi gözükecek, onun kuralları kendi kurallarıymış ve sonuna kadar bağlıymış gibi görünülecek, sömürü sisteminin değişiminde temel yasa olarak alınacak ve uygulanacak...
Taşlar yerinden oynayınca ve gerekli düzen kurulup, kendi kurallarına uyan bir kalabalık, biat eden bir toplum oluşturduklarında da asıl tanırının kim olduğu ilan edilecek...
Ve hepimiz zorunlu olarak bağıracağız, bizim tanrımız “para” ... diye...
Geç kaldık mı, yoksa hala zamanımız var mı kestiremiyorum.... Eski tanrı şimidye kadar, ezilenlere, sömürülenlere, işçilere, memurlara, köylülere yardım etmedi... Bundan sonra iki tanrı arasında kalacağız ve yardım edecek birilerine dua edeceğiz... Asıl yardımın yine kendimizden, birliğimizden, gücümüzden olduğunu unutarak...
Tüm emekçiler, ezilenler, sömürülenler  güçlerini birleştirmedikçe kurtuluşta yok diyorum...
O zaman... ...

İsmail Özşahin / 04.01.2012

 
SINAV
Sınav
Uludere’de katledilen 35 insan... Ve bir insana biçilen en yüksek bedel: 22 Bin lira...
Bunca insanın katledilişinin nedenlerini ve niçinlerini sorgulayan az sayıda duyarlı insanın olmasının yanında, vicdanları körelmiş, ırkçı ve şovenist gözle bakanlar da var.
Paranın tanrılaştırıldığı gününüzde, bu “tanrıya” hükmedenlerin uşakları, “deneme ve yanılma” sistemiyle halkların tepkilerini, kurum ve kuruluşların kendilerine olan bağlılıklarını test etmektedirler.
Bu katliam da, bu “test”in bir parçası. Yani teste tabi tutulan Türk ve Kürt haklarının sınav sorularından sadece biri...
Birinci neden, ülkenin güneydoğusunda yaşanan kirli savaştan kendilerine çıkar sağlamak ve oradaki önemli noktaların kontrollerini ellerine almak isteyen “hükmedenlerin uşakları”,  baskı, zulüm ve dayatmacı politikalarıyla geldikleri yerleri sağlama almak istemeleridir.
Eğemen ve sömürgeci güçler tarafından kendilerine biçilen elbiseleri giyen ve verilen rolleri hatasız oynayan bu kuklalar, güvenceye aldıkları koltukları sayesinde, hizmetlerine aldıkları emek, insanlık, barış düşmanı “kul”larıyla egemenliklerini pekiştirmek istemektedirler...
İkinci neden ise, kendilerinie bağlı kurum ve kuruluşlarda, hükmedenlerin çıkarları doğrultusunda köklü değişikler yapmak. Uşaklarına yaptırdıkları katliamı değişik kurum ve kurluşların hatalarıymış ve sanki yanlışlıkla yapılmış gibi göstererek, kavram ve düşünce kargaşalığı yaratmak.
Doğan sonuca göre de kendilerine uymayan kurumları yeniden yapılandırmak, kendilelerine “biat” etmeyen yöneticileri de bu yolla o kurumlardan uzaklaştırmak.
Üçüncü bir nedende, bölgedeki insana ve o insanların haklarını savunan kurum ve kuruluşara bir mesaj vermekti. Buna göre, o bölgededeki insana, “hükmedenler istemedikçe sizin yaşam hakkınız bile yoktur”, denilmek isteniyor.
Bunu da katliam sonrasında yapılan açıklamalarda anlamak olası, tabii bunları doğru anlamaya çalıştıysak eğer...
Önce saklamak istediler, basına yayın kuruluşlarına sansür uyguladılar (bazı kurumlarda o katliama ortak olup otosansür uyguladılar). Hemen arkasından, katliamın hangi yanlışlıklar (!) sonucu olduğunu açıklamak isterlemiş gibi, gözden çıkardıkları kurum, kuruluşların ve kişilerin üstlerine yıkmak istediler... O da yetmedi, timsah gözyaşları döktüler, yapmacık başsağlığı mesajları yayınladılar... Fayda etmedi, kendi yanına aldıkları birkaç paralı askerlerle kendi kayamamını dövdürüp provakasyon yaratmak istediler... Acaba bir “isyan” süsü verip, daha çok insan öldürebilir miyiz diye hesaplar yaptılar... Ve oda yetmedi, hasap soran ve sorgulayan katliamdan canı yanan insaların yakınlarını ve akrabalarını tutukladılar... O da yetmedi, “biz sizin yakınlarınızı katlettik, ama heşeyin bir bedeli vardır, onlarınki de ancak adam başı 22 bin lira, verelim razı olun” dediler... Bu da yetmeyecek...
Bu insanlık ayıbını, vicdan sahibi olan herkes, insanlık onuru olan her birey sorgulamalı...
“Tanrıya” hükmedenlerin, din, dil ırk ayrımı yapmadan egemenliklerini sürdürmek için, kul edindikleri uşakları aracılığıyla her yolu deneyeceklerini bilerek ve düşünerek hareket etmeli. Özellikle Türk ve Kürt halkları (diğer halklarıda yanlarına alarak), bu konuda daha uyanık, daha bilinçli olarak emek, barış ve özgürlük temelinde kenetlenmelidir. Bunun, bağımsızlık yolunda var ya da yok  olma mücadelesi olduğu unutulmamalıdır. İnsanım diyebilen herkes, vicdanlarının da sesiyle, bunun bir “ölüm kalım sınavı” olduğunu, bir ucununda yarın kendisine dokunacağını, ona göre yerini ve tavrını belirlemesi gerektiğine inanıyorum...
Savaşsız, sömürüz, katliamsız, eşit, bir yaşam için sınav...
Özgürlük ve barış için sınav...
Halkların kardeşliği için sınav...
İnsanlağımızı yeniden sorgulamamız için sınav...
Geç kalmamak için sınav....
Sıranın bize gelmemesi için sınav.... SINAV.... SINAV...

İsmail Özşahin / 02.01.2012

 
YİTİK

Yitik

Birşey (yada birşeyler) kaybettim, dünmüydü (16.11.11), geçen hafta mıydı, geçen ay mıydı, geçen yıl mıydı, on yıl önce miydi, yada otuzbeş yıl önce miydi bilmediğim... Ama birşey yitirdiğimi biliyorum...

Birşey yitirdim, oyuncağım mı, eşyam mı, sürekli yanımda ayırmadığım gereç mi, birşey ama ismini koyamadığım ya da bilemediğim.

Bir şey yitirdim, canlı mı, cansız mı onuda bilmiyorum... Bir varlık, yakınımda duran, onu hissettiğim, aradığım, özlediğim, görmek istediğim ama bulamadığım, dokunamadığım, ulaşamadığım...

Bir şey yitirdim, duygu mudur, düşünce midir, hayal midir, rüya mıdır ... anlamlandıramadığım... Gerçek midir, sahte midir bilemediğim... İçimi yakan, eksikliğini duyduğum, yürek yaralayıcı...

Bir şey yitirdim, arkadaş mı, dost mu, sevgili mi bilmediğim... Derdimi dökeceğim, sıkıntılarımı payalaşacağım, omuzuna dayanabileceğim,... biri olabileceğini bilemediğim halde... Onsuzluğun içimi acıttığı, bulduğumda  mutlu olabileceğim... Arandığını bilmeyen, bunlardan habersiz, isimsiz kahraman...

Birşeyler yitirdim, özlem mi, istek mi, umut mu isim koyamadığım... Kimi zaman büyük bir gemiyi bekleyen bir liman, kimi zaman dağları aşmak  ve denizlere ulaşmak isteyen bir nehir, kimi zaman da güneşin ilk ışıklarını umutla bekleyen geceler gibi hissettiren...  Yokuluğunu bildiğim halde aramayı bıkmadan,  usanmadan sürdürdüğüm...

Birşey yitirdim, ışık mı, sıcaklık mı, enerji mi bilemediğim...Beni karanlıkta, dondurucu ayazda bırakan. Dizlerimdeki gücü alıp götüren...  Umutsuzca  ve bıkmadan aradığım..

Birşeyler kaybettim, onur mu, gurur mu, kişilik mi, insanlık mı, anlam veremediğim... Birilerinin alıp götürdüğü, yada bir yere sakladığı hissini veren.. Onları bulmam için yaşamın benimle oyun oynarcasına sınadığı... Yokluklarının ve eksikliklerinin hastalık derecesinde olduğu... aramaya devam ettiğim...

Birşeyler yitirdim, yada birileri aldı götürdü o şeyleri... Özlem midir, sevgi midir, hayal midir, aşk mıdır, onur mudur, arkadaşım mıdır, dostum mudur, çocukluğum mudur, gençliğim midir, o mudur, bu mudur... sormadan... hepsidir diyorum... Birşeyler kaybettim, eksikliğini ve yokluğunu hissettiğim, içimi burkan, ölüm gibi, ayrılık gibi ve de “YİTİK” gibi acı veren....

 

İsmail Özşahin

Bergisch Gladbach, 17.11.2011

 
BAYRAM BENİM NEYİME
Bu mail adresi spam botlara karşı korumalıdır, görebilmek için Javascript açık olmalıdır

Bayram Benim Neyime,

Afika’daki çocuğun susuzluğuna,

Van’da deprem altında kalan bebegin çığlığına,

Somali’de aç kadının çilesine,

İstanbul’da köşe başında yatan evsize,

 Çorum’da işsiz aşsız gezen köylüye,

Erzurum’da camları kırık bir evde, soğukta donmak üzere olan yaşlı ve kimsesiz nineye,

Afganistanda Amerikan bombalarına siper olan çiftçiye,

Yunanistan’da batı emperyalizmin baskısını yüreğinde hisseden işçiye,

Ankara’da akşam eve ekmek götürecek parası olmadığı için, iki yaşındaki kızını düşünen İsmail’e,

Sokaklarda kağıt toplayan altı yedi yaşlarındaki Ayşe’ye

Libya’da gözü dönmüş canavarın, alnına silah dayattığı Muhamed’e

Suriye’de katliamlara kurban giden Süleymanın beş yaşındaki çocuğuna,

Güneydoğuda yaşanan kirli savaşta kurban edilen körpecik bedenlere,

Bu savaşa sevdiklerini kurban veren anne, baba ve kardeşlere,

Bir oğlu dağda, bir oğlu askerde olan annenin gözyaşına,

Gölcük’te, Soma’da, Erciş’te depremden evi yıkılan, yıllarca çadırda kalmak zorunda kalan ailelere,

26 kişi yetmezmiş gibi, birde 74 milyon adına  yargıtay tarafından tecavüz dilen N.Ç’ye,

Tekerlekli arabası olmadığı için sokaklarda sürünerek giden engelliye,

Emeği sömürülerek hakları gaspedilen emekçiye, memura, öğretmene, doktora, öğretim üyesine,

Parasız eğitim dediği için, yıllarca hapis yatmak zorunda kalan öğrenciye,

Okula gönderilemeyen ve çocuk yaşta evlendirilen Barfe’lere,

Anne sütünden başka beslenecek hiçbirşeyi olamayan Hakkari’deki Fatma’nın kucağındaki bebeğe,

Hastası kuyrukta ölen çaresiz insana,

Yıllarca arayanı ve soranı olmayan kimsesizler yurdunda yaşayan, gözleri kapıda bekleyen yaşlı amcaya,

Babasının kendisine siper olmasıyla, yaşamda kalan Filistinli çocuğa,

Defter kalemi olmadığı için okula gidemeyen Doğubeyazıt’lı kardeşime,

Hiçbirşey  olamamaksa, asker veya polis olup, eline zorla silah tutuşturulan Mehmed’lere

Barış adına dağlara sığınan, soğuk sıcak demeden, doğa koşullarına direnen gençlere,

İbadethanesi “ibadethane” sayılmayan ve isyan çığlığı duyulmayan alevi’ ye,

Manisa’da sadece Roman olduğu için dışlanan ve linç edilmek istenen gözleri yaşlı genç kıza,

...

Gurbetlerde sürünen,  anne , baba ve sevdikleirinin özlemini yaşayan bana ve benim gibilere,

Çözüm olmuyorsa, olamıyorsa bayram benim neyime....

Birilerinin sofrasında kuş sütü bile eksik değilken, birileri kendilerine verilecek kurban parçası için sıra beklerse,

Bayram günü bile, ortalık kan gölüne dönüyorsa,

Birileri mutlu olacak, günahlarınının bedelini ödeyecek diye, o kadar canlı katlediyorsa,

Keçi , koyun, inek can derdinde, kasap et derdindeyse,

Kısaca tüm insanlık, bayramları bayram tadında yaşamıyorsa, savaş, açlık yokluk, sefalet, yolsuzluk ve rezillik dizboyu ise,

...

Ondan sonra da hiçbir şey değişmeyecekse.... BAYRAM benim neyime...

Herşeye rağmen, “bayramların bayram tadında, savaşsız, depremsiz, sömürüz” yaşanması ve kutlanmasını dilerim...

Saygılarımla!

 

İsmail Özşahin

Gl. 04.11.11

 
ARKADAŞ

ARKADAŞ

Bugüne kadar “arkadaş” sözcüğü üzerinde bu kadar düşünmemiştim.  Sanırım, üzerinde durmadan belleğimdeki kavramlarla ya da öteden beri öğrendiğimiz anlamlarıyla yetinmiştim.

Sosyal paylaşım aracışılıyla “arkadaş” (lık) üzerine yaptığımız söyleşinin birinde, bu sözcük bana “evödevi”olarak verilince, anladımki bilgilerim yalnız başına yeterli  değil. Belleğimde yedeklenmiş yanlış, yanıltıcı, çelişkili kavramların çokluğu,  bilgi kirliğine yol açmış ve gerçek anlamın öne çıkmasını engellemiş (belki de ben onu öyle sitediğim için, bilinçaltı da diyebilirsiniz).

Bu ödevin üzerine (sorumluluğum gereği) önce düşünmeye başladım, kafamda o kadar çok sözcük ve deyim uçuştuki (an, anılar, anlaşılmak, araştırmak, arzu, aşk, ayrılık, anlam, anlamak,acı, abartama, ayıplama, aladatma, arkadan vurmak, barış, birlik, can, cana yakın, candaş, can ciğer olmak, çıkar, dost, dostluk, değer, destek, doğruluk, dosdoğru olmak, dolu dolu yaşamak,düşman, duygu, düşünce, dayanışma, dert ortağı, derman, erk,  fedakarlık, güç, güven, gelecek, halden anlayan, hoşgörü, iftira, ilgi, istek, kaya, kadir kıymet bilmek, kusur, kavun altı, karakter, karşılık, kader, liman, liyakat, mal mülk, masumuyet, merak,  mücadale, neden,  oyun, ortak, ortaklık,  önem,  parapul, paylaşım, rol, samimi, seven, sevilen, sır, sırdaş, şaka, şaşırtma, tahammül, taş, tevazu, tek yürek,  yanılgı, yanlış, yanında olmak, yönlendirmek, zorlamak, zorunda olmak....) bunlar onlardan sadece bir kısmı... Bu sözcüklerin yalnız başına yada birkaçının yanyana gelerek soruya yanıt olamayacağını da anlamış oldum.

Ananın,  babanın ve kardeşlerin bile, bireylerin kendi özgür seçimi olmadığını düşünürsek, “arkadaş”  bir başka anlam taşıyor. Çünki, bireyin özgür iradesi ile karar verdiği bir olgu...

Kiminin “kavun altı” anlatımıyla (“arkadaş kavun altı değilki, koklayarak karar vereyim”), kiminin de “taş”a ya da “kaya” ya benzetmesiyle (‘arka’ ile  ‘daş’ ı birleştirip eski Tür kültürüne uygun bir anlam kazandırmışlar,  “arkasını taşa dayamak gibi”) anlatmaya çalıştığı “arkadaş”, tek sözcükle ya da bir tümce ile de anlatılamaz...

Herkesin “arkadaş” ve “arkadaşlık” tan anladığı ve ona yüklediği anlamlar da farklı olabiliyor. Araştırmamda gördümki (ben dahil) herkes, “arkadaş” sözcüğünü çok yönlü ve çok anlamlı kullanıyor...

Yukardaki sözcükleri sıralarken, bu sözcükler, arkadaş kavramı ile birlikte düşünüldüğünde, zaman zaman olumsuz ve negativ sonuçlara da götürebileceğini belirtmek gerekiyor. İşte o zaman “gerçek arkadaş” ile gerçek olmayanın farkını da anlamış oluyoruz. Aslında, arkadaş sözcüğünü o kadar çok ve sıkça kullanıyoruzki, asıl anlamını ve değerini yitiriyor, başka anlamlara ve olumsuzluklara çağrışım yapıyor. (İnsanların güvenlerini çıkarları için kullanan, paylaşılanları ortalığa saçan, dönek, renkten renge giren, çalan, çırpan, namussuz ve şerefsiz, dostluktan nasibini alamayanlara bile,  bilerek  ya da bilmeyerek arakadaş dendiğini biliyoruz)...    Burada amacım, bizim için yeri ve değeri olan “arkadaş” ın gerçek anlamını verebilmek (ve bu amaçla ev ödevimden güzel not almak)...

Benim anladığım arkadaş:
Bir gemi olarak,  zaman zaman uğradığım, yükümü boşaltmama izin veren,  dalgaların ve tehlikenin geçmesi için beni koynunda saklayan ve koruyan, açık denizlere açıldığım zaman beni uğurlayan ve geri döneceğim günü sabırsızlıkla bekleyen limansa, ...

Düşünmediklerimi düşündürebilen, tehlike karşısında güvende tutan, yoluma ışık tutan, ermiş, bilge, hatalarımı ezbere okuyabilen, uyaransa, ...

Hakkımda neler düşündüğünü, düşündüğü anda söyleyebilen, benim onun hakkında ne düşündüğümü anında söylememe izin verense, ...

Sevgiyle, şükranla, dostça beni anıyorsa (ve anıyorsam),  onu düşündüğümde huzur duyuyorsam, ...

Karanlıkta kaldığımda düşmemem ve yolumu kaybetmemem için elini uzatan, ağladığım zaman omuzunu dayayan (sunan), sevincimi ve acımı paylaşansa,  aynısını onun için yapacağımdan kuşkulanmıyorsa, ...

Dertleri ve sorunları karşısında çaresizlikten çıldırdığım, yokluğunda yanımda hissettiğim, sürekli anımsadığım, telefon ettiğimde haber alamamaktan korktuğum, yanlışlarını ve hatalarını bir mantığa uydurmak için kafa yorduğumsa ve onun da aynı şeyleri benim hakkımda düşündüğünü biliyorsam, ...

Gereksinim duyduğunda onu sessizce dinleyebiliyorsam, dinlerken gözlerine bakmaktan korkmuyorsam, onun ne istediğini öğrenmek için çaba harcıyorsam, onun deneyimlerine, duygularına, düşüncelerine, kararlarına, isteklerine, hayallerine saygı gösterbiliyorsam ve farklılığını anlayabiliyorsam, aynısını oda benim için yapıyor ve hissediyorsa,  ...

Sırlarına, mutluluğuna, üzüntüsüne, yemeğine ve aşına ortak ediyorsa, benimkilere de ortak olmaya istekliyse (gönülüyse, razıysa), ...

Zorluklar ve tehlikeler karşısında kaçmayan, yalnız ve yüzüstü bırakmayan, sırt çevirmeyen, sırtından bıçaklamayan, güvenebileceğimse, ve bu güveni benden de buluyorsa, ...

Gördüğümde sevdiklerimi ve değer verdiklerimi anımsatıyorsa, bu yüzdende içimi sevinç kaplıyor ve gülümsetiyorsa, konuştuğumda bilgimi ve görgümü artırıyorsa, davranışları ve bilgeliyle yol gösteriyorsa, o da benim için aynı duyguları hissediyorsa, ...

O sessiz kaldığında, benim kalbim onun kalbini dinlemek için sesizleşiyorsa, sözcüklerin yerini düşünceler alıyorsa, tüm istek ve arzular yerini gürültüsüz sevince bırakıyorsa,  bu karşılıklı  paylaşılıyor ve hissediliyorsa, ...

Yokluğunda yerini dolduramadığım, sevincimi ve üzüntümü paylaşmak için aklıma ilk gelen,  ona giden yol uzakta olsa hemen varılansa, ekmek gibi, su gibi gereksinim duyduğumsa, ...

İşte o, diyebileceğim.  ...  O benim. ...Ya da O. ...

“ ARKADAŞ”, arkadaşımdır...

“Arkadaş” ve “dost” sözcüklerinin anlamlarının içiçe girdiği düşüncesindeyim...  Bu ayarıntıya fazla girmeden, herkesin en az bir “arkadaş” ı olsun diliyorum...

“ARKADAŞ” lık özlemiyle, saygılar....

 

İsmail Özşahin

Bergisch Gladbach, 24.10.2011

 
Ne hoşçakalın ne de güle güle diyebildim, anne... (Palle annemin anısına, saygılarımla

Ne “hoşçakalın” ne de “güle güle” diyebildim, anne...
(Palle annemin anısına, saygılarımla!)

Kiminin “kader” kiminin “alın yazısı”, kiminin de “koşullar” dediği nedenler ayırdı bizi birbirimizden. Ne acımızı paylaşabildik, nede sevincimizi yaşadık birlikte. Ayrılıkların verdiği hüzünle yaşlandık. Özledik, bekledik, gitmek istedik... ama beceremedik “bir arada” olmayı... Hastalandık, acılar çektik, sıkıntılarımız oldu, söyleyemedik, duyuramadık birbirimize ve sevdiklerimize...

Anılarla yaşlandık, tazeledik özlemlerimizi, görmek istedik birbirimizi, ... olmadı. Bekledik yıllarca, “sarılmak, koklaşmak ve doyasıya paylaşmak için sevgimizi” o da olmadı anne... Gelmeyide, gitmeyide beceremedik...

Teknoloji gelişti, insanlar duyurabildi birbirlerine seslerini, gönderdiler görüntülerini sevdiklerine, biz onu da yapamadık, beceremedik... Bilmem kaç yıl önceydi, belki üç, belkide beş... En son telefonda birbirimizi anlamaya çalıştığımız. Bazı şeyler birbirine karışıyordu, pek berrak değildi ama , yinede konuşabiliyorduk, yan yana olmazsakta... anlamaya çalışıyorduk birbirmizi... Sözcükler anlamını bulmazsa bile, sesinin güzelliği yetiyordu anne...

Geçen yıl hissetmişim, beni ve bizleri yalnızlığa terk edeceğini. Son anneler gününde paylaşmak istemiştim seninle duygularımı... Sen okumadın, okuyamadın, ama biliyorum ki, hissettin senin için düşündüklerimi ve yazdıklarımı.

Şöyle demistim: Anımsıyor musun annem, yalnızlığın, yokluğun, sıkıntıların acı verdiği zamanlarda, geceleri  yatakta gizli gizli ağlardın. O kara, ufak, tefek çocuk uyanmasın, gözyaşlarını görmesin  diye saklardın, her yakalanışında da kötü rüyalara bağlardın ve kaçamak yanıtlar verirdin, o‘nun üzülmesini istemezdin. …. Anımsıyor musun annem,
en son o kara ufak tefek çocukla ne zaman ve nerede karşılaştın… Arada yıllar geçti…. Anımsayabilsekte, unutmuşta olsak birşeyler değişti… Sen değiştin annem, o kara ufak, tefek çocuk değişti annem.  Artık hiçbir şey eskisi gibi olmazsa da, bu son ANNELER GÜNÜ’ünde o ufak tefek çocuğun  sesini duymazsanda, anlamazsanda, „o seni hep sevdi ve hep sevecek… Kalbinde yaşatacak“….

„Keşkem“lerle yaşadık, „keşkem“lerle ayrıldık ve yine „keşkem“le anıyoruz birbirimizi… Sen, sıkıntıların ve yoklukların karşısında direnen ve ayakta duran, anne, baba, ağabey, abla, yoldaş ve sırdaş olarak, hep örnek ve yol gösterici oldun. Ayırmadın, kayırmadın birimizi öbürümüzden. Adaletin terazisi gibiydi ellerin ve yüreğin… Sevgini de, sevincini  de ekmeğini de eşit paylaştın bizimle… Ama üzüntünü kendine sakladın… Keşke onuda paylaşsaydın, paylaşabilseydin, anne…

Ey benim eşşiz  „çınar“ım, onca zaman bizim üzülmemiz için gözyaşlarını bile sakladın, acını, hüznünü ve üzüntünü bile yalnız yaşadın. Şimdi de bunu tekrarlarcasına, bizden çok uzaklarda oynadın aynı oyunu… Hesaplayamadın bizim sevgimizi, yokluğunda yaşayacağımız acıyı… Gece yarısı duyacağımız haberle kahrolacağımızı…. İzin vermedin, sana „hoşçakal“ ya da „güle güle“ dememize...

Ey güzelliklerin, sevginin, dostluğun sembolü anam, hiç olmazsa şimdi „hoşçakal“ ve „güle güle“ anneciğim, diyeyim…

Rahat uyu, nurlar içinde olasın…. Görüşmek üzere….

(03.06.2011 de aramızdan ayrılan Palle annemin anısana…. Saygılarımla!)

İsmail Özşahin / 21.06.2011 Bergisch Gladbach

 
Seçim Yaklaşırken

Seçim Yaklaşırken

Seçim yaklaştıkça, insanlar siyasetle ve politikayla daha fazla içli dışlı oldular. Bilerek ya da bilmeyerek, inanarak ya da inanmayarak birilerine yandaş, yoldaş, destekçi, koruyucu, savunucu  duruma getirildik. Bizleri bu kadar etkileyen ve yozlaştıran bu sihirli sözcükler üzerinde düşünmenin doğru olacağı kanısındayım.

Siyaset ve politika sözcüklerini yazdım ve üzerinde düşünmeye başladım. Kendime de durmadan sorular sordum, bu iki sözcük bana neler anımsatıyor, bunların pozitif ve negativ yönleri nelerdir?

Aklıma ilk gelen ve sürekli öne çıkan sözcükleri gelişigüzel yazmaya başladım.
İşte onlardan bir kaçı:
Gündemde olmak, göz boyamak, reklam yapmak, oy çalmak, kendini kabullendirmek, oynamak, kıvırmak, yalanı doğru gibi yutturmak, uyutmak, kandırmak, sömürmek, iç anadoluya denizi getirmek, akarsuyu bile olmayan köye baraj yapmak, memleketimin dağlarına bile demir yolu, deniz yolu, otobanlar getirmek, havalimanları yapmak, ödenekler ayırmak, yandaş oluşturmak ve onları kayırmak, çalmak, soymak, hortumlamak, tele kulak, tele video, sadaka dağıtmak, iş ve aş vaadetmek, hak, hukuk ve adaletten söz etmek, yasakları yasaklamak, ucuzluk getirmek, kazanç arttırmak, ... Ayrıca, hırsız, arsız, soysuz, seviyesiz, alçak, vatan haini, zübük, yanar döner, fırıldak, oynak, bukalemun, dansöz, bilgisiz, düşük, düşkün, namussuz, alçak, liboş, dönek,satılık, ... Bunları dahada uzatabiliriz...

Sistemini oturtmuş olan kapitalizm ve onun işbirlikçileri, seçim öncesi hazırlıklarını o kadar mükemmel yapıyorlarki, oynanacak tiyatro oyunlarının metinleri, aylar ve hatta yıllar önceden senaristlerine hazırlattırılıyor, oyuncularını ve figüranlarını belirliyor, hatta meydanlardaki sahnelerin dekorlarını bile belirlemiş oluyor, seyirciler ise her zaman hazır....

Bu oyuncu ve figuranlar sahneye çıktıklarında, sistemin beslediği senaristler ve yönetmenler tarafından ellerine tutuşturulan metine göre rollerinin haklarını vermeleri gerekiyor. Onlar, iyi aktör olurlarsa ve seyircilerinden çok alkış ve destek görürlerse, başröl oyunculuğu içinde önleri açılmış olurlar. Metinlerini ezberleyemezlerse, dışına çıkarlarsa, yanlış yorumlarlarsa, aksi bir eklenti yaparlarsa da, kendi sonlarını hazırlamış olurlar ve unutulmaya terkedilirler (ya da sistem haklarından gelir)...

Bu seçim süresince, yazılı ve görsel basını incelediğimizde şaşırtmayan bir gerçek daha gözönüne çıkıyor, (çünki sistem kendi medyasını iyi terbiye etmiş):  Halkı için çalışabilecek, emek ve emekçiye yönelik söylemleri olan insanlardan hiç söz edilmiyor. Halkarın ve emekçilerin kardeşliğini, bağımsızlık, demokrasi ve eşitlik mücadelesi için kurulan partiler ve bağımsız adaylar ise, yine görünmez güçler tarafından engelleniyorlar, yok sayılıyorlar ya da  acımasızca kötüleniyorlar... Bu da yetmezmiş gibi, adaylıkları iptal ediliyor, seçime girmelerine engeller çıkarılıyor.... Ülke seçim barajı, seçim dili, yasaklar, semaye – emek çelişkilerinden doğan haksızlıklar, dengesizlikler  ve hukuksuzluklar da cabası...

Ülke genelinde bunlar yaşanırken;  küçük şehir, belde ve hatta köylerde yine kurnaz   siyetçiler işbaşında.  Bunlar,  yine küçük hesaplarla, kurnazlıklarla, yalanlarla, hayallerle, çıkarları uğruna  kılıktan kılığa girip, insanlarına zarar vermeye ve onların duygularını sömürmeye devam ediyorlar... Bu sürekli kılık değiştiren, bukalemun türü yaratık zübükler, birgün a partisindeki aktör siyasetçiyle, öbür gün b partisindeki aktör siyasetçi ile kolkola pozlar verip, kendilerini önemli biriymiş gibi gösterip inasanlarımzın güzel duygularını sömürüyorlar... Köylünün, işçinin, emekçinin alın terini, ileride güçü olabilecek oy hakkını yanlış yönlendirerek, onların yarınlarda daha güçlü ve daha umutlu olmasına engel oluyorlar. Hatta onların alınterleri ve emekleri karşılığında elde ettikleri ekmek paralarına bile göz dikerek, bu yolla kazançlı çıkmaya çalışıyorlar... Bu gibiler, kendileri alınteri dökmedikleri için asalak yaşarlar.... Onu da onurlu bir davranışmış gibi pazarlamaya çalışırlar.... Bu yüzden de yaşam tarzları onların yüzünü kızartmaz, utanma ve arlanma duyguları zaten yoktur....

Kısacası, bir taraftan kapitalizmin karşımıza çıkardığı ve düzenlerinin sürmesi için sahnede oyun oynayan aktörler, bir taraftan düzenin oyununu bozmak için mücadele eden, gerekirse bu uğurda bedel ödeyenler, bir taraftanta içimizde çıkmalarına için verdiğimiz fırıldaklar, zübükler ve bukalemunlar....

Peki bizim görevimiz ne olmalı?

Birinci grup belli, onlar bizim dışımızda gelişen ve sistemin olmazsa olmazları. Bunlara karşı ikinci grupta yer alan insanlara destek olunmalı, bu yolla sisteme ve aktörlerine dersler verilmeli... İkinci grubu desteklemek ve kendimize yakın olandan başlayarak tanıtımının yapılmasına ve oy toplamasına yardımcı olmak ve o ödenen bedellere saygı duymak ve gerekirse bedel ödemek...

Üçüncü gruba gelince, evimizin önünden başlayarak tüm sokağı tertemiz etmek için kararlılıkla, azimle ve tarafsızca mücadele etmeliyiz. Bu asalakara, bu kan emicilere daha fazla yaşama hakkı tanımalıyız. Bunların,  sistemin bir parçası olduğunu, toplumu siteme uydurmak için, değer yargılarını en altan başlayarak çürtümek  için özel görevlendirilmiş yaratıklar oldukları unutulmamalı.... Bunlar içimizden birileri olabilecekleri gibi, dışarıdan görevlendirilmiş leş kargaları da olabilirler....

Kapitalizmin ve içerdeki işbirlikçilerinin halklara dayattığı aktörlerden, onların yalakalarından, onların geleceği olan fırıldaklardan, güzel insanlarımın duygularını sömüren zübüklerden, halkların kanlarını emerek gelişen sülüklerden, çıkarları için girmedikleri kılık bırakmayan bukalemunlardan, onlara alet olan ve göz yuman salaklardan, şakşakçılardan, soytarılardan, ...  hesap sorulmadıkça, bunlar toplum tarafından sorgulanıp cezalandırılmadıkça ve dışlanmadıkça daha çooook sürünürüz...

Bir sonraki seçim döneminde, güzel ve pozitif sözcüklerin aklımıza gelmesi ve bu sözcüklerle güzel ve anlamlı tümceler kurmak dileğiyle,  oyunuzu kullanmadan bir (yada bin) kez daha düşünün diyor, özgürlük ve barış dolu yarınlar diliyorum....

İsmail Özşahin / GL. 09.05.2011

 
Anneler Gününden Habersiz ANAMA

Anneler Günü”nden Habersiz ANA’MA

Doğada bulunan canlıların ve varlıkların en kutsalı, tarafsız, adaletli ve yüce, cefakar, emektar ve cömert... Can, kan ve süt veren... Dost, sevgili, arkadaş, sırdaş, yoldaş, ...  Doğuran, büyüten ve doğurduklarını canı gibi koruyan sevgili anam.

Gençliğinin baharında, kırlarda büyüyen ve yeni tomurcuklanan yabangülü gibiydin, seni ilk tanıdığımda. Yaşama dört elle sarılmış, çevrendeki bir sürü olumsuzlukla mücadele ederek, sabırla ve azimle yoksulluğun ve haksızlığın üstesinden de gelmeye çalışırken, beni de sırtında taşıyordun.

Evde örgü örerken, ahırda hayvanlara bakarken, inek sağarken, odun kırarken, sırtında odun taşırken, tarlada nohut ve mercimek biçerken,  harman yerinde babama yardım ederken, ekmek açarken, soba yakarken, ... kısaca ırgat, işçi, ev kadını, eş  ve ana olarak hep yanıbaşımdaydın. Cefakar annem...

O zaman senin yaşıtların neler yapardı, neler giyerdi, uğraşları ve zevkleri nelerdi, ne seni ilgilendirirdi ne de beni... İlgilendirmezdi çünki bizim dünyamız o kadar küçüktüki sadece ikimizin sığabileceği kadardı... Bu iki kişilik dünya zamanla üç, dört, ...  yedi ve sekiz kişilik oldu... Her şeye rağmen senin ilgin ve sevgin sadece çocuklarınaydı.

Bu sayılar arttıkça, sen büyüyüp olgunlaşıyordun, bende sana yetişebilmek için çabalıyordum. Bir taraftan, seni bize sonradan katılanlarla paylaşmayı öğrenirken, diğer taraftan da senin herkese nasıl eşit davrandığını, sevgini, dostluğunu, adaletini nasıl paylaştığını yaşıyor ve öğreniyordum.

Yoksulluğun en acı günlerini birlikte yaşarken, nasıl yemeyip yedirdiğini, bir yumurtayı altı kardeşe nasıl eşit paylaştığını, ekmeğini kurutup, tuzu ve biberi nasıl katık yaptığını gözlemledim. Bu yoksulluğu iliklerinde hissederken biz çocuklarına yansımaması için nasıl özveride bulunduğunu, ona karşı nasıl sabır gösterdiğini, zamanla anladım ve öğrendim. Hastalandığın zamanlarda bile, çocuklarını  korumak  adına gösterdiğin direnç ayrıca unutamadıklarım arasında. Acılarını, üzüntülerini, sıkıntılarını, gözyaşlarını nasıl gizlediğini, sevinçlerini ve mutluluklarını nasıl paylaştığını anımsıyorum..

Gözlerimizi açıp çevremizi görmeye başladığımızda, dünyamızda büyümeye başladı. Önce yakınlarımızı, sonra köyümüzde yaşayanları, daha sonra da şehirlerdeki yaşamı tanımaya başladık. Ve anladıkki, dünyamız sandığımız kadar küçük değilmiş... Bu genişleyen ve büyüyen dünyamızla birlikte, yaşamımızı başkalarının yaşamıyla kıyaslama şansımız oldu.

Bunları öğrendiğinde bile şikayet etmedin, başkalarının yaşam koşulları, mal ve mülküyle ilgilenmedin. Bizleri mal mülk hırsından, haksızlıklardan, hırsızlıklardan, kötülüklerden uzak tutmak için elinden geleni yaptın. Bir arkadaş, bir dost, bir yoldaş ve en önemlisi bir ana gibi, kol kanat gerdin, korudun, kolladın. Doğrularını paylaştın, bildiğin güzellikleri öğrettin, yol gösterici oldun... Ve ANA oldun...

Sen bunları yaparken biz neler yaptık? Acaba sana gereken değeri ve önemi verdik mi, veriyor muyuz? Sana yakışabildik mi? Biliyorum senin evlatlarından bir beklentin olmaz, “analık ta bunu gerektirir” diyeceksin ama, eğer bir hatamız varsa affet anacığım..

Bunca yıldır kutlanan anneler gününden habersiz, hiçbir beklentisi olmayan, temiz ve saf yürekli anacığım. Her ana gibi, bizleri dünyaya getirmen bir yana, yaşadıkların ve bizim için yaptıklarını unutmayacağımızı bilmeni isterim. Sen bilsende bilmesen de “ANNELER GÜNÜN” kutlu olsun. Senin ve senin gibi tüm annelerin gününü kutluyor, hepinizin ellerinden öpüyorum....

İsmail Özşahin / GL. 07.05.2011

 
Memleketimde İnsan Manzaraları

Memleketimde İnsan Manzaraları

(Sorumluluk ve Birey Olma Duygusu)

 

Türkiye’ de ve dünyada son yaşananları ve “memlekitimde insan manzaları” nı görünce aklıma takılanları sizinle paylaşmak istedim.

 

Özellikle Türkiye’ deki son görüntüler, televizyon ve basın aracılıyla verilen mesajlar, internet sayfalarında okuduğumuz saçmalıklar, yalanlar, reklamlar, gövde gösterileri, aldatmalar, resimler, fotograflar, filmler, verilen sözler (vaadler), vs. insanlığın ve onu oluşturan bireylerin ne kadar değiştiğini (hatta aşağılandığını), memletim ve memleketim insanının acıklı manzarasını göstermektedir.

 

Çağımızın hastalığı haline gelen “gösteriş budalalığı”, bu insanların oluşmamış karakterlerini de gün yüzüne çıkarmaya yetiyor hatta artıyor bile.

 

Sorumluluk, insanın  ya da  bireyin hem kendine, hemde çevresine olan saygısının bir ürünüdür, bu da gereklidir. Birey olmak, herşeyden önce kişilik, karakter, ilkeli olmak ve sorumlulukla ölçülür. Sorumlulukların bilincinde olan bireyler, kendi kişiliklerini, karakterlerini, ve ilkelerini edindikleri bilgilerle yoğurduktan sonra, hiç bir karşılık beklemeden, çevresinin ve toplumun kullanımına sunarlar.

 

Bu sunuş sırarında abartıya, yalana, dolana, bencilliğe, çıkarcılığa, haksızlığa başvuranlar, samimi ve gerçekçi olmadıkları gibi, dürüstte değildirler. (Ne yazıkki, kendi egosuna yenik düşenler, bu yolları sıkça ve başarıyla denemektedirler).

 

Günümüzde kurum ve kuruluşlara, partilere, derneklere, gönüllülük temeline dayanan tüm sivil toplum örgütlerine katılmak ve oralarda ortak işler yapmak ve insanlık için güzel, yararlı, kalıcı projeler üretmek, insanın sorumluluğu gereğidir. Bu artık kaçınılmaz ve “olmazsa olmaz” lardan biri haline gelmiştir.

 

Bu kurum ve örgütlerden herhangi birisinde katılımcı olarak çalışmaya karar veren birey, o kurumun ya da derneğin ilkelerine, amaçlarına, çalışma sistemine ve tüzüğüne de onay vermiş demektir. Bu verilen onay, göstermelik ve sadece sözde kalmayarak, o kurumun maddi ve manevi sorumluluklarına ortak olduğunuz anlamına da gelmektedir.

 

Eğer bir derneğe üye olmaya karar verdiyseniz, o derneğin yönetiminden denetimine, seçme ve seçilme koşullarına ve üyelik payınıza kadar, her türlü sorumluluğun bilincinde olmak zorundasınız ve bu sorumluluğun gereklerini yerine getirmek göreviniz olmalıdır. Kısaca üyelik ve katılım sözde değil, ÖZDE olmalıdır.

 

Sadece “gösteriş ve desinlere” olsun diye on tane partiye, yirmi tane derneğe ve bilmem kaç tane sivil toplum örgütüne üye oluyorsanız ve hiçbirinin içerisinde de görev ve sorumluluklarınızı yerine getirmiyorsanız, üyelik katkı payınızı bile ödememek için bahaneler uyduruyorsanız, (ve hatta biraz daha ileri giderek, o kurumun kaynaklarını kendi çıkarınıza olacak şekilde kullanmak için senaryolar yazıyorsanız)  burada bir hile var demektir, bunu da duyarlı insanlar görmeli ve görevini yapmalıdırlar.

 

Bunları yapan yada planlayan siz, ya birey olma duygusunu geliştirememişsiniz, egolarınız kişiliğinizin önüne çıkıyor, karakter yapınız bazı sakıncaların işaretini veriyor,  ilke, amaç ve sorumluklarının bilincine erişememişsiniz, Aziz Nesin’in deyimi ile “ZÜBÜK” lüğün peşindesiniz, ya da birey olmanın erdemlerine yeterince bilgi ve deneyim ekleyememişsinizdir, bu yüzden de kişiliğiniz gelişmediği gibi kendinize ve çevrenize de zarar verir hale gelmişsinizdir.

 

Günümüzde, kapitalist ve emperyalist eğitimin dayatmasıyla yok edilen etik değerler, bu gibi ZÜBÜK’lerin çoğalmasına neden olmuştur. Gerçekler, doğruluk, ilkeli yaşam, emeğe saygı, üretimden ve üreticiden yana olma, dayanışma, paylaşım, saygı, insanı ve insanlığı sevme gibi duygular yok edilmek isteniyor ve yok olma aşamasına da gelmiştir.

 

Bunların yerini ise, yalan, dolan, aldatma, ilkesizlik, çalma, çarpma, üçkağıt, soyma, hortumlama, duygu sömürüsü, emek ve emekçiye saygısızlık, para ve kar hırsı, gösteriş budalalığı, mevki ve koltuk hastalığı gibi birçok etik olmayan davranış ve duygu biçimi almıştır. Bunlar doğru şeylermiş gibi topluma kabul ettirilmeye ve benimsetilmeye çalışılmaktadır.

 

Üzülerek söylemeliğim ki, bunun bilincinde olan insanlar da, bu gibi davranışlara göz yummakla, yapılan hatalara ve yanlışlıklara seyirci kalmakla, bildiklari ve tanık oldukları doğruları toplumla paylaşmamakla, bu kendini bilmezlerin ekmeğine yağ sürmüş oluyorlar. Doğrular söylenmedikçe ve yalanları bunların yüzüne bir tokat gibi vurulmadıkça, bu gibiler kendilerine her zaman yandaş ve destekçi bulacaklardır.

 

Son sözüm, seçim kargaşası yaşayan Türkiye’de ve Türkiyeliler’de olduğu gibi, dünyanın her tarafındaki insanlar, akıllarını, zekalarını, bilgilerini, birikimlerini, kendi özel iradelerini çok iyi kullanmak zorundalar. Geleceklerini bizim tanıdık ZÜBÜK’ümüz gibi insanlara teslim etmemelidirler.

 

Her sağlıklı düşünen birey, içinde bulunduğu kurum ve kuruluşlarını, bu gibi ilkesiz, sorumsuz, bilgisiz, egoist ve çıkarcı asalaklardan korumalılar ve bunun savaşımını vermelidir.

 

Asalakların sırtımızdan geçindiği salak olmamak dileğiyle!!!!

 

İsmail Özşahin

Köln, 16.05.2007

 
İleriyi Görmek ya da İleriye Ulaşmak

Köln, 15.01.2007

 

“İleriyi Görmek” ya da “İleriye Ulaşmak”

 

Bazı insanlar vardır ki “ileriyi gördüklerini”, “geleceği okuduklarını”, “ilerici” olduklarını söylerler,  hatta bununla övünürler…

 

Bazıları da vardır ki, daha önceden ileriyi görmüşlerdir, bu  gördükleri “ileri” yerde kendilene bir merkezi amaç, yani hedef seçmişlerdir ve buraya ulaşmışlardır. Bu ulaştıkları yer onlara yetmemiştir, bundan sonra kendileri için bir “ileri” daha belirlemişlerdir, belki buraya da ulaşmışlardır … Ve bir yeni “ileri” yle devam ederler, yani her ulaşılan hedef, yeni bir amaca öncülük etmiş olur.

 

Bunların birbirbirinden farkı şu: Birinciler sadece gördükleri o “ileri” ile övünürler, ama diğerleri ise o belirledikleri “ileri”ye ulaşmayı ilericilik sayaralar. İlk tanıma girenler sadece konuşurlar, kendilerine güvenleri yoktur ve korkaktırlar, ikincileri ise az konuşurlar, gösterişten ve sükseden uzak durur, cesaretleri, güvenleri ve yaptıkları ile anılırlar. Bunlardan çoğu da isimsiz kahramandırlar.

 

Burada şu benzetmeyi de yapabiliriz, birincileri yükseklik korkusundan dolayı tesadüfen boylarınca bir tepeye çıktıklarında, kendilerini aya çıkmış sanırlar. Bununla da yetinmezler, bu yaptıkları ile övünür ve böbürlenirler, çevresindekileri de bu yaptıklarının büyüklüğüne inandırmak için olmadık çabalar harcarlar, insanların kendilerine inanmaları için olmadık diller dökerler, yalan ve palavraları da cabasıdır. Bir dönemin politikacıları gibi, “Anadolu’ ya deniz”  getirdikleri bile olur…

 

İkincileri ise, dağcılara benzerler, her ulaştıkları dorukta, bir sonraki doruğa dikerler gözlerini. Bu ulaştıkları yerlerde zafer sarhoşu olmazlar ve ne oldum delisi olmadan, sabırsızlıkla en üstteki doruğa ulaşmanın planlarını yaparlar. O en üsteki noktaya ulaşmadıkları sürece kendilerini birşeyler başarmış saymazlar, bunun eksikliğini hissederler. O ulaşılması güç olan tepeye ulaştıklarında bile, acaba bir başka yüksek nokta daha var mıdır, henüz ulaşılmamış bir tepe var mıdır, sorularını sormaya başlarlar. Bulundukları yerden geldikleri yerlere dönüp baktıklarında ise, bununla övünmezler, tam tersine çektikleri sıkıntılar, harcadıkları çaba ve zaman akıllarına gelir. Bu yolda zaman zaman yaşanmış acı anıları takılır kafalarına, doruğa ulaşmak için onlardan önce yitirilen yaşamlar canlanır gözlerinin önlerinde.  O yollarda harcanmış emek ve çabaları düşünür, onlardan ne gibi sonuçlar ve dersler çıkaracaklarını hesaplarlar... O dorukta sevinç ateşinin ışıklarında üzüntü burkar içlerini.

 

Bu benzetmeleri çoğaltabiliriz; iki askeri düşünün, bunların eğitilmelerinin amacı, olası bir tehlike anında, karşılarına çıkacak olan hedefi (düşmanı), korudukları değerlere zarar vermesinler diye, yok etmektir. Bunun için de eğitim süresince karşılarına sanal hedefler konur ve bu hedefleri vurmaları istenir. Birinci kategoriye giren insanlar (askerler), hedeflerin can alıcı noktalarına atış yapamadıkları halde, yani karavana atışı yapsalar bile, kendileri ile övünür, başarılı olduklarını sanar, bunu da o tanıdık komutan edasıyla çevresindekilere anlatmaya, onlara kabullendirmeye çalışırlar. İkinci, kategoridekiler ise, her hedefi onikide vurmalarına karşın, yaptıkları işin bilincinde olarak, yapılması gerekeni yaptıklarını bilirler ve bunun bu şekilde anlaşılması gerektiğini söylerler.

 

Bu benzerlikler, pilotlarda, gemi kaptanlarında, otobüs şoförlerinde ... vs. de vardır. Hatta bu bezetmeyi günümüz politikacılarında da görmek olasıdır. Birileri batırırlar, birileri ise kurtarmak için çaba harcarlar....

 

Bunlardan birincileri basit ve ulaşılması kolay işlerle zaman harcar, kuru gürültü yaparak, yaptıkları ile övünürlerken, ikincilerinin hedefleri daha büyüktür, her zaman ulaşılması zor olan amaçları vardır ve hep sessiz sedasız yürürler....

 

Kısacası, ileriyi (yani hedefi, amacı) görmek yetmez, ileriye (yani hedefe, amaca) ulaşmak gerekir.

 

Saygılarımla!

 

İsmail Özşahin / Köln

 
Düşle Gerçek

Düşle Gerçek

Gelin sizinle bugün güzel bir deniz kıyısında bazı şeyleri birlikte hayal edelim. Kendimizi tamamen serbest birakıp, hayaller ve düşüncelerimizin arkasından gidebileceğimiz yerlere kadar gidelim.

 Kendinizi Antalya, İzmir, İstanbul, Hamburg, Danimarka, İngiltere, Newyork ya  da Avustralya’nın herhangi bir şehrinde varsayalım. Siz kendinizi romantizminize bırakın ve istediğiniz yeri seçin.

 Seçtiğiniz bu şehirde ve büyük bir limanda yalnız ya da sevdiklerinizle birlikte, güzel düşüncelere dalmış ve denize bakıyorsunuz. O sırada yaklaşan kocaman bir gemiyi fark ediyorsunuz. O duygu yoğunluğu içersinde o gemiyi fark etmeniz, sizi başka düşüncelere yöneltiyor ve aklınıza arka arkaya bir çok soru takılıyor?

 Aklınıza ilk gelen soru acaba bu gemi nasıl yönetiliyor, limana yanaşırken zorlanacak mı, herhangi bir kazaya neden olacak mı?

 Hemen ikinci soru takılıyor kafanıza, kendinizi o geminin kaptanı olabileğinizi düşünüyorsunuz ve böyle kocaman bir gemi ile İstanbul Boğazı’ndan, Panama Kanalı’ndan, Süveyş Kanalı’ından geçip ve okyanusları nasıl aşabileceğinizi, ülkeleri nasıl keşfedeceğinizi, sorunlu limanlara nasıl yanaşabileceğinizi bir an düşünüyorsunuz.

 Derken sorular uzayıp gidiyor:

Geminin büyüklüğü, gücü, taşıdığı yük, yolculuk eden insanlar, onun lüksü, içinde yaşananlar, uğradığı limanlar ve öyküler…

 Tam bunları düşünürken, kendinizi bu gemide kaptan olarak hissediyor ve kaptan köşkünde buluveriyorsunuz kendinizi. Gemiyi limana yanaştırıp yolcuları aldıktan sonra önce açık denizlere oradan da sırasıyla birkaç dar boğazdan geçerek bir dünya turu yapacağınızı hayal ediyorsunuz.

 Motorların gürültüsünden başka birşey kulağınıza gelmiyor ve denizin mavisi ile kaptan köşkünün heybetinden başka birşeyi gözünüz görmüyor. Herşeyin yolunda olduğunu düşünerek rotanızı belirliyorsunuz ve limandan çıkıyor, hızla uzaklaşıyorsunuz. Bu hız, denizin güzelliği, kaptan köşkünün gücü içerisinde kayboluyorsunuz ve farkına varmadan uzunca bir yol alıyorsunuz. Bu güzel duygulara gömülmüş bir halde iken, kararan havanın bile farkına varamıyorsunuz ve hızla yolunuza devam ediyorsunuz.

 

Karanlığın içinde buzdağını görünce kaptan yardımcıları aklınıza geliyor ve bağırma ve çığırmalarınız para etmiyor çünkü onların gemiye binmesini beklemeden yola çıktığınızı bilmiyorsunuz, o da, o anda aklınıza geliyor. Onların yanınızda olmaması umurunuzda bile değil siz kaptanlığınıza olan güveninizle devam diyorsunuz ve bir kaç manevra ile o kocaman dağdan kurtuluyorsunuz. Bunu gören birkaç yolcunun sevinç çığlıkları ve alkışları kulağınıza kadar geliyor. Bu da kendinize güveninizi artırıyor ve iyi kaptan olduğunuza dair inancınız artıyor ve kendinize güveniniz daha da çoğalıyor. Önünüzde daha uzun yol olmasına karşın bunu başaracağınızdan emin olarak devam diyorsunuz.

 Uzun bir aradan sonra, motorların göstergelerinden olumsuz sinyalleri görüyorsunuz ve aklınıza motor ve teknik bölümünde çalışan tayfalarınız geliyor. Telefona sarılıyorsunuz, yanıt yok. Aklınıza, onların dinlenme saatinde yola  çıktığınız, acele ile gemiye yetişemedikleri geliyor. Göstergeleri birdaha kontrol ediyorsunuz, yakıtınızın azaldığını , motorlardan sorun olmadığını anlıyorsunuz ve derin bir ooooh çekiyorsunuz. Bunun da sorun olmadığını ’’telsizle yardım çağırıp yakıtın ulaşabileceği’’ çözümünü buluyorsunuz ve çözüyorsunuz da.

 Bu size olan güveninizi daha da artırıyor ve yolunuza devam ediyorsunuz. Yukarda adını verdiğim herhangi bir kanalda ( ya da boğazda) geçmek zorunda olduğunuzun farkına varıyorsunuz. Kurallar gereği buralarda geçerken, klavuz kaptan almanız gerekirken, buna da gerek duymuyorsunuz ve kanalın ( siz buna boğaz da diyebilirsiniz) tam ortalarında kıyıya çarpıyorsunuz ve gemi karaya oturuyor. Geminin hasarı bile umurunuzda olmuyor.

 Kuralların ve yasaların gereği geminiz birkaç gün bağlanıyor. Siz yasal işlemlerle uğraşırken gemi yolcuları kendi dertlerine düşüyorlar. Yolculara, verilmesi gereken hizmetler verilemiyor ve günlük yaşamları sıkıntıya giriyor. Siz bunların farkına varmadan, hatta gemide hizmet verecek personelin yokluğunun bile farkına varmadan bir an önce yasal işlemlerinizi tamamlayıp, yolunuza devam etmek istiyorsunuz.

 Bu arada da, kendilerine konfor ve beş yıldızlı hizmet vaadedilen yolcular, verilemeyen bu hizmetler üzünden ayaklanmış ve bu ayaklanma sonucu gemi ateşe verilmiştir. Siz yasal işlemleri tamalayıp gemiye döndüğünüzde, geminin bu halini görüyor ve bir an önce söndürülmesi, hasar çoğalmadan yolunuza devam etmeniz gerektiğini,  itfaiye erlerine bağırarak emrediyorsunuz.

 Derken…. Yangın büyüdükçe büyüyor ve alevlerin yükselmesi ve yanan insanların çığlıkları arasında düşünüzden uyanıyorsunuz!

 Uyandıktan sonra, ben çok iyi bir kaptanmışım, gemiyi yardımcı kaptanlar, klavuz kaptan ve tayfalar olmadan binlerce  mil ( siz km de diyebilirsiniz) yalnız başıma getirdim diyebiliyorsanız NE MUTLU SİZE ve ne mutlu, o diplomayı size veren kuruma!

 İsmail Özşahin

Köln, 05.01.2006

 
Servet, Şöhret, Şehvet

Servet
Şöhret
Şehvet

Bir toplumda, doğru ve yanlışların öğrenilmesi, değer yargılarına ve yaşadıkları ortamın özelliklerine bağlı olarak aileden başlar, okulla gelişir ve yaşamın bir parçası olan deneyimlerle pekişir. Bu öğrenilenler ve deneyimler, kullanım alanlarına göre, güncelleşirler ya da o toplumun kültür hafızası denilen arşivinde saklanırlar.

Her birey, geldiği çevrenin ortak doğrularını ve yanlışlarını öğrenebildiği kadarıyla kendi bilgi bankasında saklar. Bu bilgi bankasındaki bilgileri kendi yetenekleri ve okulla başlayan öğrenme kapasitesiyle birleştirip olgunlaştırdıktan sonra kişilik hamuruna dönüştürür.

Kişilikleri oluşmamış bireyler, düşünme, sorgulama, yargılama ve karar verme yeteneklerini geliştirmediklerinden dolayı, “kişilik bozukluğu” da denilen, “kendi egolarını tatmin etme hastalığı”na kapılırlar.

Kişiliği oturmamış insan, hamurundan kaynaklan bazı eksiklerinin kurbanı olur. Bazı kavramları ve olguları doğru kavrayıp doğru algılamadığı için, yorumlaması ve yaşama yansıtması da, o algılamayla paralellik gösterir.

Bu gibi insanlar, yaşamları boyunca “bir baltaya sap olmazsalar” bile kendilerini olduğundan farklı göstermek için, kılıktan kılığa girer, toplumda ve içinde bulundukları ortamda ilgi çekmek için olmadık taklalar atarlar.

Bu gibi insanların hayalleri de vardır, gece gördükleri rüyayı sabah gerçekmiş gibi algılarlar ve buna çevresini de inandırmak için kaç tane yalan varsa hepsini sıralarlar, sonunda kendileri inanırlar, çevresindekileri de inanmış görürler.

Bunların saplantıları da vardır, bu saplantıların başında SERVET gelir. Bunların ceplerinde üç kuruştan fazla bulundumu, kendilerini dünyadaki en “büyük kapitalistlerden biri” sanırlar. Onlarla boy ölçüşmeye kalkarlarken, geldikleri toplumu ve sınıfı da aşağılarlar, hor görürler, hatta onları sömürme yarışında en önde olurlar. O da yetmez ve doyurmaz onların egolarını, bir de asıl sermaye sahiplerine kafa tutarlar, onlarla rekabete girerler, bir zamanlar harçlık aldıkları dostlarına bile düşman olurlar...

İkinci saplantıları da ŞÖHRET’ tir.Kendilerini, reklama ve gösterişe o kadar inandırmışlardır ki, bir mahalle duyurusunda isimleri geçse, bunu ulusal bir gazetede çıkmış gibi gösterir ve onu çıkarları için kullanmaya kalkarlar...

Geçmişlerinin ve yaşadıklarının karanlık izlerini kapatabilmek için her türlü basın yayın araçlarını kullanmak isterler ve kullanırlarda...En güzel kullandıkları tanıtma araçları ise, “fısıltı, diğer adıyla ayaklı gazete”lerdir... Yani damardan girmektir...

Üçüncü ve en tehlikeli saplantıları da ŞEHVET’ tir. Bu onlarda öyle bir saplantıdır ki, isteyipte yapamadıklarını, ağızlarının salyalarını akıtarak, çevresindekilere yapmış gibi anlatırlarken, yaptıklarını da, onlara onur kazandırıyormuşcasına ballandıra ballandıra ilgi çeksin diye anlatırlar. Üzerlerindeki namussuzluk, şerefsizlik ve onursuzluk gömleğinin içinde kendileri yokmuş gibi hareket ederler. En yakınındakilere bile şehvetle bakmaktan ve onları elde etmekten utanmazlar. Bilerek ve düşünürek insanları kendilerine benzetmeye, namus ve hasiyet yoksunu bir toplum (ya da bir çevre) yaratarak, kendilerine rahat bir ortam hazırlarlar...

Sonuç olarak, bu üç olguya ilgi gösteren ve yenik düşen bireylerin yaşamları incelendiğinde, egolarını tatmin edemeyen, yaşamları boyunca hiç bir işe yaramayan, onur ve ahlak yoksunu, kişilikleri gelişmemiş, bir adım ileri iki adım geri gittiklerinin bile farkına varamayan zavallıları görürüz...

Dileğimiz, insanlarımızın kendilerini “çağdaş dünya ölçülerinde geliştirmeleri”, kişiliklerini oturtarak “birey” haline gelmeleri ve onurlu bir toplum üyesi olarak saygı kazanmalarıdır. Kimliklerini ve geçmişlerini unutmadan, servet, şöhret ve şehvet duygularının peşinde koşmadan, onlara yenik düşmeden, örnek alınması gereken birer lider olmalarıdır...

Ne diyelim, tanrı hepimizi servet, şöhret, şehvet hevesinden ve buna yenik düşenlerden korusun...

İsmail Özşahin

Bergisch Gladbach, 22.11.2010

 
"Devlet" in Gözü Kulağı

“Devlet”in gözü, kulağı...

“Devlet”in ne olduğunu sormaya kalksak, herkes kendine göre bir tanımlama yapar... Kimisi bilimsel ve felsefi bir açıklama  getirir, kimisi de kendi penceresinden ne gördüyse ve şimdiye kadar ne algıladıysa onların katkısı ile tanımlar...

Eskiden “gözden, kulaktan, kollamaktan” söz edenler şimdi yeni yeni görevler üstlenmeye, o adına “devlet” dedikleri şeyin başka organlarını keşfettiler ve “bu organların işlevlerini üstlenmek için” yarışa girdiler. Bunlar nelermiş bir bakalım:

Birileri eskiden “göz” ve “kulak” işlevlerinin sorumluluklarını yerine getirirdi, hemen o “kutsal varlık” için tehlikeli bulduğu (ya da sandığı) bireyleri, olayları, yazılı ve görsel dökümanları bulundukarı, denetledikleri kurumlar, gazeteler ve basın araçlarıyla amirlerine “ihbar” ederlerdi. Bu tehlikeli şeyler genellikle ya “komunistler” olurdu yada “bağımsızlıktan yana” tavır koyanlar olurdu. Bunların yerinin “Moskova” olduğu tanısı konularak gerekenin yapılmasını isterlerdi, ve gereken de çok geçmeden yapılırdı...

Bugün bu işlevler yeterli sayılmayarak yenileri eklendi, bunlar: “Tetikçilik”, “nişancılık”, “kılıf hazırlama”, “kefencilik”, “tabutçuluk”, “mezarcılık” vb.

Bunların işlerini kolaylaştırmak için ayrıca  yan mesleklerde oluşturuldu, “hortumculuk”, “kendi zenginini yaratma”, “çamur atma ve iftira”, “basın acalığıyla mahalle baskısı”, “yaygın reklam”, “eşeği boyayıp babaya satma”, “zübüklük”, “fırıldaklık”,  ...

Bunların işleyişini anlamak için “devlet”in ne olduğunu anlamak gerekir. Devlet, bir amaç doğrultusunda, bir araya gelen bireylerin denetiminde olan ve amacı, sömürdüğü halkın yada toplumun kendisine sadık kalması için bir düzen oluşturmuş bir kurumdur. Bu kurumu yöneten bireylerin  çıkarları ve güncel sorunları değiştikçe, bu kurumun amaçları ve işleyişi de değişikliğe uğrar. Bunlar, düzeni de zaman zaman korku ve baskıyla, bazen de (toplumunu bilinçli göstermek için) adına temel yasalar (Türkiye’de ise ANAYASA) denilen kurallarla yapar. Bu kurallar bu kurumu yöneten bireylerin işine gelmediği zaman değişebilir (bazen bol geldiği için, bazende dar geldiği için, işlerine nasıl gelirse), bunları değiştirirlerken de sanki yönettikleri toplum istiyormuş gibi bir süste verirler...

“Devlet” denilen bu “ayrıcalıklı tabaka”, ayakta durabilmek ve saltanatını sürdürebilmek için, yukarda belirttiğimiz “meslekler” yaratarak, bu işlevleri üstlenecek gönüllüler arcalığı ile saltanatlarına zarar verecek yada ortak olmak isteyenlerin önünü kesmek için her türlü oyunu oynamaktan kaçınmazlar. Bu gönüllülerde, her yaptıkları işin karşılığında ödüllendirildikleri için, “paralı asker” örneği görevlerini en iyi şekilde yerine getirmenin rahatlığı ve sevincini yaşamaktadırlar.

Bu “paralı askerler”, işlerinin zor olduğunu, bilinçli halkın karşısında sıkıntı yaşadıklarını bildikleri için, onlarda, yukarda saydığımız yan mesleklerin temsilcilerini kullanarak kendi etki ve denetim alanlarını genişletip, daha güçlü oldukarını sömürdükleri topluma kabul ettirmek için her yolu denemekten geri kalmıyorlar...

Yani, ayrıcalıklı tabaka, kendisinin sürekliliği ve güveni için, kendisine “gözden”, “kulaktan” sonra, “tetikçilik”, “nişancılık”, “kılıf hazırlama”, “kefencilik”, “tabutçuluk”, “mezarcılık”  yapabilecek ve bunların işlerini kolaylaştıracak “hortumculuk”, “kendi zenginini yaratma”, “çamur atma ve iftira”, “basın acalığıyla mahalle baskısı”, “yaygın reklam”, “eşeği boyayıp babaya satma”, “zübüklük”, “fırıldaklık”, ...  yeni meslekler icat etmiş ve bunları yerine getirecek “gönüllü paralı askerler” bulmuştur. Buda kendisinin işini kolaylaştırmakta ve sömürü düzeninin sürekliliğini sağlamaktadır. Bunlar, kendi alanlarında uzmanlaştıkları için, kimi nişan alacaklarını, tetiğe ne zaman basacaklarını, nereyi ne zaman hortumlayacaklarını, kime ne zaman ve nerede mahalle baskısı kuracaklarını tahmin etmekte zordur. Ayrıca, halkın bunları bilmesi ve bu konularda şüphelenmesi de olanaksızdır.

Bunların yanında birde, bu düzenin bu şekilde sürdürülmesi için halk tabakasından seçtikleri ve kendilerine özel görevler verilen, kendi sınıflarına ve halkına ihanet etmek için tutulan “satılmışlar” vardır. Bu “satılmışlar” yukardakiler kadar pahalı değillerdir ama kendi bulundukları toplumu daha çabuk etkiledikleri için, “devlet”e getirisi yukardakilerden daha fazladır.

“Düzen”, yukardaki “paralı askerler”i ve bu “satılmışlar”ı kullanırken hiçbir şeyi esirgemez. Bu yüzden de, bunlar görevlerini yaparlarken etik değerlerden, insanlıktan, onurdan, namusluluktan ve dürüstlükten uzak hangi yol varsa, “başarılarını” kanıtlamak için denerler. Bu gibiler, kılıktan kılığa girmekten, renk değiştirmekten, parti ve siyaset atlamaları yapmaktan, basın-yayın-medya olanaklarını kullanmaktan, insanların ve toplumun değerleri ve zaafları üzerinden oyunlar oynamaktan korkmazlar, utanmazlar ve çekinmezler. Bu “görevliler”, insanların sömürü düzenine baş kaldırmamaları ve uyanmamaları için her türlü hokkabazlığı yaparlar. Birgün sağcı, diğer gün solcu (yada dindar), ertesi gün “dönek”, “liboş”, olabilirler. Herşeyin “ayrıcalıklı tabaka”nın istediği gibi olması için, “dalavere”, “yalan”, “iftira”, “abartı”, “fırıldaklık”, “zübüklük”, “bukalemunluk”, bunlar için çocuk oyuncağı gibidir.

İster “paralı askerler” olsunlar, ister “satılmışlar” olsunlar, bunların hem ağzı, hemde kalemi iyi çalışır. İki yüzlü yaşamlarına karşın bunu gizlemesini de çok iyi bilirler. İnsanları etkilemeyi ve yandaş bulmayı çok iyi becerirler. İnsanlar “onları” tanıyana kadar çok şeyler kaybederler, farkına vardıkları zamanda da çok geç olmuş olur...

Bizler, toplumun her bireyi, bize dayatılan, sömürümüzü katmerleştiren ve süslenip püslenerek sunulan, amacı daha fazla kar, daha fazla baskı ve paylaşım düzenin sürdürülmesi olan, hertürlü  aldatmacaya karşı kenetlenmeli, bir ses, bir yürek olarak mücadele etmeliyiz. Aksi taktirde, azgınlaşan dünya düzeni, yanına aldığı dönekleri, liboşları, zübükleri, fırıldakları, hortumcuları, mahalle kabadayılarıyla, ... bize karşı bir cephe oluşturacaklar, hem içten ve hem dıştan sonumuzun gelmesi için her yolu deneyeceklerdir.

Korkarak, bana değmez diyerek, boşvererek, aldırmamazlık göstererek, sıramızı beklemiş oluruz. Hemen şimdi diyerek, birşeyler yapmalı, gerçekleri görmeli ve örgütlenmeliyiz.

Haydi, hemen şimdi, özgürlük için, bağımsızlık için, birliktelik için, paylaşım ve dayanışma için, ... sende birşeyler yap....

Saygılarımla!

 

İsmail Özşahin / Bergisch Gladbach, 25.09.2010
Bu mail adresi spam botlara karşı korumalıdır, görebilmek için Javascript açık olmalıdır

 
REFERANDUM / İsmail Özşahin

Neden Hayır Dediklerini (ya da EVET dediklerini) Anlamış Değilim, ya SİZ?

Demokratlar, Solcular, Sosyalistlar, Komunistler neden "REFERANDUM"a hayır diyorlar? Bu sorunun yanıtını aramaya çalışıyorum....

* 12 Eylül anayasası, demokratik bir anayasaydı da yapılan değişiklik anti-demokratik mi?

* Simdiye kadarki iktidarlar 12 Eylülle hesaplaştıda, bundan sonrakilere yasakmı geliyor? Evren ve arkadaşlarını yargılayacaklardı da yapılan değişiklikler engel mi oluyor?

* Anayasa Mhk. Danistay, Yargitay, Hakimler ve Savcılar yüksek kurulu bizim lehimizie mi kararlar veriyordu? Mademki tarafsız yargı diyorlar, neden Yüksek Seçim Kurulu REFERANDUM tarihini özellikle 12 Eylül' e aldı? Bundan "30 yıllık zaman aşınımı" ile ilgili bir hile yok mu?

* Genelkurmay şimdiye kadar kaç solcuyu general olarak üst kademelere yükseltti? Orduda kaç tane demokrat üst rütbeli var? Bize karşı yürütülen bunca savaşa ve kıyıma karşı ne yaptılar?

* Polis örgütü, Jandarma ve diğer güvenlik güçleri bundan önce işkence yapmıyorlardı, sorgularında ayrımcılık yapmıyorlardı da şimdi bize başka türlü mü davranacaklar?

* Mit ve diğer haberalma örgütleri daha önce bizleri fişlemiyorlardı da şimdi onlara böyle bir imkan mı veriliyor?

* Ergenekon' da yargılananlar, "BALYOZ", "AYIŞIĞI" ve diğer soruşturmalarda göz altına alınanlar "sütten çıkmış ak kaşık"mıydılar? O zaman gömülü bulunan silahları ben, "devrim yapmak için" mi oraya buraya sakladım... Ben onların yerini bilmediğime göre, nasıl oldu da bulundu, bulunmayanlar nerede?

* O kadar çocuk, genç, yetişkin, kadın, kız sıkıyönetim mahkemelerinde, DGM lerde, CMUK larda yargılanırken, bu "içerdekiler" ne yaptılar? O zaman Atatürkçü, demokrat ve cumhuriyetçi değilmiydiler?

* Güneydoğu da "sorgulanan insanlara dışkı yedirilirken" bu generaller en üst kadamede değilmiydiler? Yoksa, o zaman da mı bu anayasa değişikliği sorun yaratıyordu?

* Kürt Sorunu adı altında"Kirli Savaş" ta gerilların ölü cesetleri parçalanırken, kafaları koparılırken, cesetlere işekence edilirken, kadınlara ve kızlara tecavüz edilirken, askeri birliklerin eğitim atışları halka çevrilirken, ufacık çocukların ölümlerine neden olunurken,... yine referandum mu yapılıyordu

* Güney Doğu ve Doğu Anadoluda ormanlar yakılırken, köyler boşaltılırken, okullar kapatılırken, insanlar işsiz aşsız bırakılırken referandum yoluyla insanlara mı sordular?

* 1980 yılından beri eğitimi,insan haklarını, sendikaları, partileri, dernekleri ve örgütleri yok sayıp, insanların düşüncelerine kelepçe vuran zihniyet bu takım değilmiydi? Yoksa yasaklar bu referandumla mı yeniden geliyor?

* Evren takımı ve onların çanak yalayıcıları CHP' yi, MHP' yi, MSP' yi, sosyalistleri, devrimcileri, komunistleri, demokrat ve yurtseverleri Diyarbakır'da, Metris'te, Mamak'ta "ADAM" etmeye kalkmadı mı? Ondan sonra da dönekler, liboşlar,fırıldaklar, mafia babaları, hortumcular, sahtekarlar, hülleciler, taklitçiler, oynaklar, ... türemediler mi? Bunun nedenide mi referandum?

* Kendi zenginlerini yaratan ve on iki eylülün gölgesinde "malı götüren", bugün de köşe başını tutanlar o gün özgürlük, demokrasi ya da işçi hakları diiyorlardı da bugün konuşamayacaklar mı?

* "Halkların kardeşliği" ve "ulusların kendi kaderini tayin hakkı" o zaman veiliyor du da şimdi bu referandumla kaldırılıyor mu?

* O gün Maraş' ta, Sivas' ta, Çorum' da iş başında olanlar, oniki eylül için nağmeler yazanlar bugün ne yapıyorlar? Neden son günlerde katliamlar yaratmak istiyorlar? Dörtyol' da, İnegöl' de yaşananlar kimin eseri, suçlu referandum mu?

....

* Neden "HAYIR" ya da neden"EVET" sorularını sormak yerine, bizi bu duruma kimler getirdi? Kimler verilen bu yanıtlardan ne bekliyor sorusunu sorabiliyor muyuz?

Kısaca bunlar önce toplumu yani bizleri "APTALLAŞTIRDILAR", şimdide "o aptal toplumdan" doğru bir kararın çıkmasını(?) bekliyorlar. Aziz Nesin, o dönemde yüzde atmışlardan söz ediyordu, bunlar bunu yüzde doksanlara çıkardılar ve ellerini ovuşturarak referanduma gönderiyorlar.... Sonucu bildikleri halde, herkesle dalga geçiyorlar...

Devrimcilerin, demokratların, sosyalistlerin, komunistlerin, ulusçuların, bağımsızlıkçıların, ulusların kendi kaderini tayin hakkına inanların, insan hakları temel beyannamesini savunanların, … kısaca insanlıktan nasibini alanların ve halen aptallaştırılamayanların bu referandum oyununa gelmemesi gerekir diyorum...

O nedenle de "bu oyunda biz yokuz, gidin başka yerde oynayın" diyerek elimizin tersi ile itip, protesto edelim....

Ne AKP' nin seçim ve iktidarda kalma oyunları, ne de derin devletin yalanları bizleri yanlışa götürmemeli, kendi oyunlarına sürüklememeli...

Ne evet, ne de hayır, tek yol BOYKOT!

İsmail Özşahin, 27.07.2010

Bu mail adresi spam botlara karşı korumalıdır, görebilmek için Javascript açık olmalıdır

Bu mail adresi spam botlara karşı korumalıdır, görebilmek için Javascript açık olmalıdır

 
İzin başlarken....

İzin başlarken...

Yurtiçinde ve yurtdışında çalışan birçok insan, birazcık dinlenemebilmek, stress atabilmek ve özlemini çektiği insanlara kavuşabilmek için yine yollara düştü...

Özellikle yurdışındaki insanlarımız, izinlerinin kısa olması ve  yollarının uzunluğundan kaynaklanan bir telaş yaşıyorlar...  Yorgunluk, uykusuzluklarının yanısıra, kuyruklar ve sınırlarda beklemenin verdiği öfke ile acele edip kaybolan zamanlarını hız yaparak kazanmak istercesine yollara düşüyorlar.... Bu yüzden de, beklenmedik kazalar ve cezalarla karşılaşıyorlar...

İnsanlarımızın sağlık ve güven içinde izinlerini bitirip dönmeleri için sabırlı bir şekilde yolculuğa başlamaları, dinlenmesi gerektiği yerlerde dinlenmeleri, uykusuz ve yorgun şekilde araba kullanmamaları, uzmanların önerdiği temel bilgiler...

Yıllara sıkıştırılan özlemlerin birkaç gün gecikmesinden  kaygı duyulmaması ve bu düşünce ile yola çıkılması, aile bireylerinin ve karşıdan gelen diğer insanlarında can ve mal güvenliği açısından önemli olduğunu belirtmekten yarar var.

Yollarda ve gidilen yerlerde sıkıntı yaşanmaması, insanlarımızın acı olaylarla karşılaşmaması, özlemini duyduğu insanların ve yerlerin tadını çıkarabilmesi temel dileğimizdir.

Bir başka dileğimiz de, izine giden insanlarımızın gezdikleri, gördükleri, uğradıkları yerlerde tanıdıkları, konuştukları ve bir ortamda bulundukları insanlarla güzel diyaloglar kurabilmeleri ve onlarla sorunlar üzerine konuşabilmeleridir.

Yıllardır yapılan yanlışlardan birisi de, insanlarımızın yanlış bilgilendirilmeleri, olduğumuzdan farklı bir görüntü sergileyerek onların bize bakışlarının değişmesi... Özellikle yurdışından giden değerli üyelerimizin bu görüntüyü değiştirebilmeleri için çaba göstermeleri, doğru bilgilendirme yolu ile kendimiz ve derneğimiz hakkında insanlarımızın doğru bilgiye sahip olmaları için gerekeni yapmaları ricamızdır. Bu yolla, oradaki insanlarımızın hakkımızdaki yanlış değerlendirmeleri giderilir ve doğru ve gerçekçi bilgilere ulaşmış olurlar...

Oralardaki yakınlarımızın ve insanlarımzın, doğru bilgilendirilmesi ve yönlendirilmesi, hem insanlarımız açısından hemde derneklerimiz açısından bir kazanım olacağının da bilinmesi gerekir. Bu yolla hem iletişim daha sağlıklı hale gelir hem de işin özü anlaşılmış olur. İletişim sağlıklı olursa, diyaloglar oluşur, insanların ne istedikleri ortaya konur ve beklentileri gün yüzüne çıkar...

Oralardaki insanlarda, diyalog yolunu açık tutmalı, iletişimin sağlanabilmesi için birer adım atmalılar. Misafirlerden uzak durarak, kaçarak, saklanarak ya da görmemezlikten gelerek sorunun çözülmeyeceğinin bilinmesi gerekir. Bilgi ve iletişim çağında, aramızdaki iletişimsiziğin bu kadar büyümesinin nedenini sorgulanmalı ve çözümler için adımlar atılmalı...

Dünyanın neresinde olursak olalım, bir araya geldiğimizde aramızdaki bağın koparılmaması, bu bağın ve birlikteliğin sağlam temellerere oturması ve kalıcı olması için neler yapılmalı karşılıklı konuşmalı ve çözümler üretebilmeliyiz. Çözüm üretemeyen, kısır tartışmalar için zaman harcayan, feodal kalıntılardan kendini kurtaramayan  birey ve toplumların ne kendine ne de kendinden sonra gelenlere yararı olmamıştır olamaz da....

Bunun için, derneklerimiz, bunların yöneticileri, üyeleri, muhtarlığımız ve köylülerimiz ortak bir payda da buluşmalı ve gelecek için neler yapılmalı sorusuna yanıtlar aramalıyız. Birliktelik temelinde, sorgulayıcı olunmalı. İnsanlarımız, kandıran, yanlışa sevk eden, sömürülmemize göz yuman, talandan, yalandan ve vurgundan beslenen düzenin insanından ve düzenden hesap sormalıdır. Bu gibilerine çanak tutanların içimizden temizlenmesine ve çocuklarımız için onurlu, kararlı ve aydınlık bir gelecek bırakabilmenin güveni içerisinde olabilmeliyiz...

... Sömürünün, talanın, yalanın, dolanın olmadığı, kazasız, belasız, sıkıntısız sağlıklı, mutlu, sevinçli, bol güneşli  bir izin dileklerimle.... Hoşça gidin.... Hoşça kalın..... Hoşça gelin....

İzin sonrası görüşmek dileyiğle.... Saygılar.....

İsmail Özşahin (GYDKD –Avrupa Bşk.)
Bergisch Gladbach, 17.07.2010

 
ANIMSIYOR MUSUN ANNEM - Ismail Özsahin

Anımsıyor musun annem,

hani  kara, ufak, tefek bir çocuk vardı,
ön taraftaki küçük odada yatmasına gönlün razı olmazdı,
ve onu alır kalbinin sıcaklığının korumasına koyardın.
Soğuk, karanlık, dondurucu ve uzun kış gecelerince, sevginle ısıttığın yatağında, onu kollarının arasına alır, saçlarının tellerinin üşümesine bile izin vermezdin.
Yoksulluğun ve sıkıntıların doruğa çıktığı günlerde bile, o kara, ufak tefek çocuğu düşünürdün, yemezdin yedirirdin…

Anımsıyormusun annem,
o
kara ufak tefek çocuk biraz büyüdüğünde, ona neler anlattığını, bir dert ortağı gibi,
acıları sıkıntıları, ve geçmişte yaşananları,
o çocuğu büyük adam gibi karşına alır ve geleceğinin geçmişe benzememesi için öğütler verirdin.

Anımsıyor musun annem,
yalnızlığın, yokluğun, sıkıntıların acı verdiği zamanlarda, geceleri  yatakta gizli gizli ağlardın. O kara, ufak, tefek çocuk uyanmasın, gözyaşlarını görmesin  diye saklardın, her yakalanışında da kötü rüyalara bağlardın ve kaçamak yanıtlar verirdin, o‘ nun üzülmesini istemezdin.

Anımsıyor musun annem,
o,
kara, ufak tefek çocuk oniki yaşına geldiğinde uzaklara gidecekti, ve bir ayrılık başlayacaktı. Sabahın köründe kalkmış, otobüs yolunu birlikte beklemiştin, kaşla göz arasında biriktirtiğin tüm paraları o’nun cebine koymuştun ve eğilip kulağına „gideceğin yer yatılı da olsa, oralarda harçlıksız kalıp başkaların eline bakma oğlum“ demiştin.
Aradan yıllar geçtikçe, o kara çocuk artık delikanlı olmuştu, ama senin için hep o, ufak tefek çocuktu ve koruman gerekiyor diye düşünüyor, ona kötülük gelmesin diye çırpınıyordun.
Aradan geçen bunca süre, acımasız yaşam koşulları herkesi biryerlere savurdu, anne ve evlat sevgisi gurbete yenik düştü.
O zamanlar „ANNELER GÜNÜ“ bu kadar bilinçli ve düzenli kutlanmıyordu, zaten senin  öyle bir beklentin de yoktu, sevgin ve koruman senin yüceliğinden geliyordu.

Anımsıyor musun annem,
en son o kara ufak tefek çocukla ne zaman ve nerede karşılaştın… Arada yıllar geçti…. Anımsayabilsekte, unutmuşta olsak birşeyler değişti… Sen değiştin annem, o kara ufak, tefek çocuk değişti annem.  Artık hiçbir şey eskisi gibi olmazsa da, bu son ANNELER GÜNÜ’ünde o ufak tefek çocuğun  sesini duymazsanda, anlamazsanda, o seni hep sevdi vehep sevecek… Kalbinde yaşatacak….

SENİN VE TÜM ANNELERİN, „ ANNELER GÜNÜ“ KUTLU OLSUN ANNEM!

Tüm annelerin ellerinden öperim…

İsmail Özşahin
Bergisch Gladbach, 08 Mayıs 2010

 
"KOÇERO" olmak ya da... Ismail Özsahin

„Koçero“ olmak ya da „Koçero“ lar yaratmak….

„Koçereo Destanı“ nı ya da öyküsünü birçoğumuz ya dinlemiştir ya da okumuştur. Bu destan ve öykülere göre herkesin kendine göre bir „Koçero“su vardır: BuKoçero“ kimi zaman yiğit, korkusuz, tavizsiz, hak arayan, haksızlığa boyun eğmeyen, bir kahraman hatta „başkaldırıdır“.
Kimi zaman yoksulun yanında yer alan, onun durumuna üzülen ve yoksulluğun son bulması için dağa çıkandır
Kimine göre de hak, eşitlik ve adalet için savaşan bir yüce kahramandır

Kimine göre de eşkiya, vatan haini, çapulcu…vs. olur.

Aslında „Koçero“,
avcı için av,
katil için düşman,
yöneten için çıban başı-fitne fesat,
vurguncu için yolkesen yağmacı,

devlet için işleri aksatan serseri, cahil..
….

Yolsul için umut, gariban babası,

çocuklar için yüce dağlar aslanı

yoksul için varlık,

korkak için gölge,

sermaye için tehdit ve korku,

işini bilen için eğlence,

karanlık için aydınlık, (bunun tam tersi de olabilir)…

Bu düşünceden yola çıkarak, „Koçere“ kim olursa olsun ne olursa olsun „YALNIZDIR“ „TEK BAŞINADIR“, „örgüt“ ve „BİZ“ bilinci oluşmamıştır. Sorunların, sıkıntıların büyüklüğü ya da küçüklüğü onu pek ilgilendirmiyor, herşeyin üstesinden geleceğini sanır (ya da öyle inanılır / sanılır). Koçero da sınıf bilinci de oluşmamıştır, ezilen halk kavramı da, onun için sadece feodal düzenden ne anladığı ile sınırlıdır. Feodal baskılardan dolayı da yanlış yapma riski çok büyüktür, bu yanlışlardan dolayı, kendisine bile zarar verme olasılığı vardır.


Koçero tekbaşına ve yapayalnızdır, bu da onun gücünü azalttığı gibi, sorunların üzerinde düşünme ve onları çözme yeteneğini de sınırlamaktadır. Mücadele ederken, vuruşurken, savaşırken, karar verirken hatta kazanırken bile yalnızdır. Onunla omuz omuza aynı duyguları paylaşan kimse yoktur yanında. Acıyı da sevinci de tekbaşına tatmak ve yaşamak zorundadır. Ve öyledir de…

Günümüzde benzer „KOÇERO“lar var mıdır, emin değilim. Var olanlar bir yana, „Koçero“ olmak isteyenleri bilmem, ama, „Koçero“ların yaratılmak istendiğinin farkındayım. Bunun da bilinçli ve programlı düşünüldüğünü ve yaşama geçirilmesi için çabalar harcandığının farkındayız sanırım. Sınıf bilinci olmayan ve umutlarını tüketmiş insanlar için, bu çekici de gelebilir, bu yüzdende destekleyebilirler…

Ama kapitalizmin bu kadar azgınlaştığı, sermayeninin bu kadar doyumsuzlaştığı, sınıf farklarının bu kadar belirginleştiği, dengelerin bu kadar bozulduğu bir ortamda, insanlarımızı yalnızlaştırarak, mücadele dışına iterek, eğitimden uzak tutarak, emeğe olan saygısını yok ederek, kendilerine olan özgüvenlerini belleklerinden silerek, umutlarını sadece „KOÇERO“ya bağlamak ne kadar doğru bir yoldur? İnsanları yalnızlaştırarak, sınıf, halk ve toplumsal bilincin dışına sürükleyerek,, bencillik ve bireysellik egolarını öne çıkararak, insanlarımızı ne kadar tehlikeli bir gidişe yönlendirdiğimizin farkında mıyız acaba?

Unutmayalım ki, emperyalizm bunu yıllarca yaptı ve halen yapıyor. Hakların ve sınıfların bilinçli, örgütlü, bir dayanışma modeli içerisinde birlikte mücadele etmelerini hep engelledi ve engelliyor. Herzaman kendisine bir „Koçero“ dayattığı halkları ve sınıfları birilerine bağımlı hale getirdi ve parçalayıp yok etti. Şimdide biz bunu, kendi kendimize yapmanın çabası içerisine girdik sanırım.

Bizler de yok olmak istemiyorsak, yalan, sömürü, talan çarkları arasında ezilmek istemiyorsak, örgütlülüğe inanmalı ve onun için çaba harcamalıyız. Kişi yada birey yerine toplum demeli, ben yerine BİZ savaşımı için birşeyler yapmalıyız. Tek bir „Koçero“ nun peşine düşme yerine, hepimizin sınıf ve halk bilinciyle donatılmış birer „Koçero“ olmamız gerektğine inanmamız gerekir. Bu yolda da mücadele etmemiz gerektiğine inanıyorum. O zaman buyrun birlikteliğe….

Saygılarımla!

İsmail Özşahin, 21.04.2010 Bergisch Gladbach
 
Gecede Konusma metnim
Baskanin konusmasi Düzenle

Değerli Konuklar,
Sevgili Göpsenliler ve Değerli Üyeler,

Avrupanın çeşitli ülkelerinden ve Türkiye’den gelerek bizleri onurlandıran siz değerli konuklarımıza, sesleri ve sanatları ile destek veren değerli arkadaşlarımıza, bu gecenin hazırlanmasında emek sarfeden  sevgili arkadaşlarımıza, kısaca burada olan herkese hoş geldiniz diyor, katılım ve destek için herkese teşekkür ediyorum.

Sevgili Konuklar,
Avrupa - Göpsenliler Yardımlaşma ve Dayanışma Kültür Derneğimiz, 2004 yılında yine siz değerli dostlarımızın ve Göpsenlilerin çabaları ve katılımı ile kurulmuştur. O günden bugüne, Çorum ve Avustralya’daki Göpsenlilerde kendi aralarında dernekler kurdular , daha örgütlü, daha katılımcı ve daha güçlü bir şekilde insanlarımıza ve köyümüze hizmet etme yarışına girdiler. Bu yarışta görev alan herkese huzurlarınıda birkez daha teşekkür ederim.
Başatılan bu zorlu birliktelikle, bugüne kadar  köyümüze ve insanımıza çok güzel ve büyük  hizmetler sunma başarısı elde ettik. Bunların en başında:
 

Dayanışma ve paylaşım,

Köyümüzün yol ve su sorunun çözülmesi,

Cemevinin ve çevresinin yeniden düzenlenmesi,

Yemekhane ve tuvaletlerinin yapılması,

Okul ve sağlık ocağının bakımı ve açık tutulması,

Morg yapımı,

Okulun ve cemevinin bilgisayarlandırılması, internet bağlantısı

Gençlere eğitim yardımı,

Özürlülere yardım,

Hasta, muhtaç ve kimsesizlere maddi yardım,

Mezarlık içi ve çevresinin düzenlenmesi ve bakımı,

… ve bunlara ek olarak köyümüz yardımseverleri tarafından yapılan çeşmeler, maddi ve manevi katkılar sayılıdığında ne kadar yararlı işler yaptığımız daha iyi anlaşılır sanırım. Bunu daha iyi anlamak için, „nereden nereye „ sorusunu kendimize sorup, arkasında da „buradaki birlikteliğimizi görüp, dernekleşmenin önemini birkez daha kavramak gerekir“ diye düşünüyorum.

Değerli Dostlar, Sevgili Misafirler,
Peki bunlar yapıldıktan sonra herşey bitmiş, „artık sorunlarımız yok mu anlamına geliyor“, hayır. Aslında sorunlarımız halen var ve duyarsız kaldığımız sürece de var olmaya devam edecek. Burada belirtmek istediğim önemli noktalar da şunlar: İnsanlarımız,

Bu yapılanların değerlerini bilmedikçe,

Katılımcı ve aktiv rol almadıkça,

Sorumluluktan ve görevden kaçtıkça

Nasıl olsa yapacak birileri var dedikçe,

Dedi – kodu ve fısıltı gazetelerine kulak verdikçe,

kalıntılardan ve saplantılardan kurtulmadıkça,

Yapılan işlerin doğruluğunu ve yanlışlığını sorgulamadıkça,

Eleştiri gücünü devreye sokarak, sorunlarımızı gündeme getirip, onların çözümü için emek harcamadıkça,

Yaşadığımız toplumun bir parçası olarak, eksiklerimizin ve yapılması gerekenlerin peşine düşmedikçe,

Yanlışları sorgulmayıp ve yanlış yapanlardan hesap sormadıkça,

Ve „bana değmeyen yılan bin yaşasın“ ya da „bal tutan parmağını yalar“ dedikçe,  bu sorunların üstesinden gelmemiz zorlaşır, hatta olanaksızlaşır.

İşte bu yüzden diyorum ki, „gelin canlar bir olalım, diri olalım“, katılımcı ve sorgulayıcı olalım. Sorunlarımızı ve sıkıntılarımızı birlikte aşalım.

Değerli Dostlar,
Biz Göpsenliler ya da siz dostlarımız, nereden gelirsek gelelim, kökenimiz ne olursa olsun, çağdaş dünyanın bir parçası olmak için mücadele etmemiz gerektiğine inanıyorum.  Bunun,  kolay kazanılacak bir mücadele olmadığının bilinci ile haraket etmeli ve ona göre kendimize bir yol haritası çıkarmalıyız. İnsanımıza  ve çocuklarımıza ileride utanç duymayacağımız çağdaş ve kalıcı yenilikler bırakmanın yollarını aramalı ve bunun mücadelesini vermeliyiz. Artık, „küçük hesaplarla, adam kayırmacılıkla, vurdum duymazlıklarla, osmanlı oyunlarıyla“ zaman kaybetmenin sırası olmadığının bilincine varmalıyız.
Kısaca bizler, çağdaş, demokratik, kendine güvenen, eleştiren, hesap soran, yolsuzluğa boyun eğmeyen, haksızlığa karşı duran, hak arayan uygar dünyanın bir parçası olmalıyız, onun için çaba harcamalı çocuklarımızı ve bizden sonra gelen nesili yönlendirmeliyiz.

Değerli Konuklar,
Sevgili Göpsenliler,
Bizler, birer dernek üyesi olarak, Göpsenli olarak ya da birey olarak kendimizi yaşadığımız ve bağlı olduğumuz toplumlardan soyutlayamayız. O toplumların bir parçası olarak, o toplumların yaşadıkları tüm sıkıntıları ve güzellikleri birlikte yaşadığımızın farkında olmalıyız. Yaşanan ekonomik sıkıntılar, işsizlik, yoksulluk ve bunların toplumda yarattığı erozyonların sonucu olarak, bizlerde hem birey, hem aile, hem de toplum olarak etkilerini yaşamaktayız. Bu yaşananların, bizlere daha çok zarar vermemesi için, daha örgütlü bir çalışmanın içine girmeli, dayanışma ve paylaşım yoluyla birbirimize destek olmalıyız. Unutmayalımki, „sıkıntılar, üzüntüler ve acılar paylaştıkça azalır, sevinç ve mutluluklar paylaştıkça çoğalırlar“.  Dileğimiz, insanlarımızın bu paylaşım ve dayanışmanın içerisinde aktiv rol alması ve örgütlülüğe inanması ve önem vermesidir. Herekesin duyarlı ve sorumlu birey ve yurttaş konumuna gelmesidir.

Değerli Konuklar,
Sevgili Üyeler,
Azgınlaşan kapitalizm, onun kurum, kuruluş ve mimarları, tepkisiz bir toplum yaratmanın mutluluğunun doruk noktasındalar. Buna paralel olarak, bizler de duyarlılıktan uzaklamış ve tepki veremez hale gelmiş durumdayız. Toplumun üzerine serpilen bu ölü toprağın, bizim de gözlerimizi kapattığı bir gerçek. Birer dernek üyesi olarak, birer Göpsenli olarak hatta insan olarak yaşanılan ya da yaşatılan haksızlıklara, yapılan yolsuzluklara, dayatılan düzene tepki vermediğimiz gibi, „sağır sultanları“ oyanarak görmemezlikten gelmekteyiz.
Derneğimiz içinde ve dışında yaşanılanlar, deneğimize ve yönetiçilerine yapılan çirkin ve belden aşağı saldırılar, etkinliklerin ve güzel çalışmaların sabote edilmesi, feodal ilişklier kullanılarak dernekten üye çalmalar, yapılan genel kurullara çamur atmalar ve kararlarına saygı duyulmaması, yönetim kurulundaki arkadaşlara küfürler ve daha birçok olumsuzluklara tepki vermeyen üyelerimiz, Göpsenliler ve gerçek dostalarımız , bunları yapanlar kadar derneğimize ve birlikteliğimize zarar verdiklerini bilmelerini isterim. Suskun kalanlarımız, ileride bu sorumluluklarının hesabını çocuklarına veremez duruma geleceklerdir.
Bu tepkisizlik ve duyarsızlık, yapılan bunca güzellik karşısında da var olmaya devam etmekte. Yapılan bunca işlerden sonra, tamamı gönüllü ve özverili olan yönetim kurulllarındaki arkadaşlarımıza „bu işi güzel yaptınız, teşekkür ederiz“ diyen olmadığı gibi, bunu iki satır yazı yazarak belirten de olmadı….

Değerli Dostlar,
Dernekçilik, hiçbir maddi kazanç ve çıkar gözetilmeden, sadece gönüllük temeline dayanan ve çok büyük özveri isteyen bir iştir. Bu işi yapacak bu gibi gönüllüler var oldukça, dernekler kurumsallaşır, büyür ve güçlenirler. Ama, bu gibi özverili ve gönüllü insanlar bulunamayınca, derneklerin yaşatılması ve kurumsallaşmasıda çok zordur. İşte bu yüzden, burada sizlere birkez daha çağırda bulunmak istiyorum: Gelin, sizlerde bu gönüllüler kervanına katılın, pişireceğimiz çorbada sizlerin de tuzu olsun, yoksulumuza, öğrencimize, özürlümüze, çocuklarımıza, insanlarımıza ve köyümüze daha büyük katkılarımız olsun. Yanlış yaptığımız zaman uyarın, doğru yaptığımız zaman, daha doğrusunu yapmamız için destek olun. Derneğimizin kurumsallaşması, Çorum ve Avustralya’daki derneklerimizle daha uyumlu ve verimli çalışması için katkı sunun. İnsanlarımızın birlik içinde, dayanışma  ve paylaşım ruhuyla daha verimli olmasını sağlayın. Katkınız, desteğiniz ve oylarınızla yönetimde, denetimde ve disiplinde söz sahibi olun. Kısaca burda olan ve olmayan herkese kapımız sonuna kadar açık, gelin birlikte, dernek çatısı altında ve daha güçlü bir şekilde yarınlara kucak açalım.

Sözlerimi bitirirken, bu gece ile amaçladığımız, eğitime katkı sunma ve dolayısıyla gençlerimizin okumalarına olanak sağlama ve özürlü kardeşlerimize destek olarak sıkıntılarını azaltabilmek sizlerin katılarınıza bağlı.
Bu amaçla burada bulunan herkese, uzak-yakın demeden gelerek katılanlara, destek verenlere, sanatçılara, katılımcılara, emek verenlere ve aylardır hazırlık yapan yönetim kurulundaki arkadaşlarıma birkez daha teşekkür ederim. Beni dinlediğiniz için de ayrıca hepinize teşekkür eder, sevgi ve saygılarımı sunarım…

İyi eğlenceler diliyorum…
İsmail Özşahin (GYDKD Bşk.) KÖLN, 20.02.2010

 
TEŞEKKÜRLER (!?)
Düzenle

DUYARLILIĞINIZ (!?) İÇİN TEŞEKKÜRLER!

Bildiğiniz gibi, derneğimiz 20 Şubat 2010 tarihinde Köln’de “eğitime destek” amaçlı bir gece düzenledi, bu geceden elde edilecek gelirin tümü, üniversiteli kardeşlerimize ve özürlülerimize verilecekti.

 

Ne acıdır ki, sadece amacından dolayı gereken katılım sağlanamadı.... Bu gibi etkinliklere GÖPSENLİLER ve dostlarımız gereken duyarlılığı göstermediler ve önemsemediler, bu duyarlılıktan dolayı(!?) TEŞEKKÜRLER!!!!!!!!.

Üzücü ve düşündürücü bir gerçekte, şimdiye kadar değişik nedenlerle yardımda bulunduğumuz kardeşlerimizin (veya üniversiteli olupta yardıma gereksinim duymadan okul yaşamını sürdürebilen kardeşlerimiz) de bizlere destek amaçlı birer satır yazı bile yazm adılar, desteklerini sunmadılar, aydınlatıcı ve katılımcı olmadılar. Facebook’ ta akla gelmeyecek saçmalıklarla uğraşan birçok gencimiz ve köylümüzün, bu gibi etkinlikleri görmemezlikten gelmeleri ayrıca konuşulması gereken önemli bir olay sanırım. Bu duyarlılıktan (!?) dolayı da TEŞEKKÜRLER!!!!!!!!

Bir başka acı olayda, derneğimizden yardım gören bazı köylülerimizin, bu yardımın başka yerlerden geldiğini (örneğin, Deniz Feneri gibi) söylemeleri ve bizleri yok saymaları. Bu duyarlılıktan (!?) dolayı da TEŞEKKÜRLER!!!!!!

Üzülerek bildirmek zorundayız ki, bu yaşananlar ve gelen olumsuz tepkiler dikkate alınarak, dernek yönetim kurulumuzun 28.03.2010 tarihinde aldığı kararla “destek, eğitime katkı, ve özürlülere yardım fonu” bir süre için askıya alınmıştır. Bu duyarlılık (!?) için de TEŞEKKÜRLER!!!!!


Dileğimiz insanlarımıznın bu yaşananlardan dersler çıkarması, geleceğimize ışık tutacak gençlerimizi ve çocuklarımızı düşünerek, daha “duyarlı” olmaları ve “birşeyler” yapmalarıdır.

İNSANLARIMIZ nereye koştuklarının farkında mı? Gelecek için, çocuklarımız için gençlerimiz için, hatta kendimiz için neler le uğraşıyoruz acaba… ACABA… ACABA?????

HALAY PARTİLERİ için cüzdanına bile bakmayanlar, neden bu gibi konularda, bu kadar HASSAS ve DUYARLILAR(!?) ACABA…. Acaba sadece „davulla zurnanın sesine mi gitmemiz gerekiyor“… Buna da TEŞEKKÜRLER!!!!!!

SAYGILARIMIZLA!

GYDKD-AVRUPA / YÖNETİM KURULU ADINA

 
BASKANIN YAZISI
Hırsız, Düşkün ve Şaşkın Yoldaşlığıİnsanlar tanıdık, birgün kırmızı, birgün siyah, bir başka gün alabula... ve renkten renge giren...
İnsanlar tanıdık, sağcı, solcu, ortayolcu, dinci, Atatürkçü, yalancı, sahtekar, üçkağıtçı...
Insanlar tanıdık, birgün hacı, birgün hoca diğer gün alkolik... ve kılıktan kılığa giren...
İnsanlar tanıdık, içi başka dışı başka, düzenbaz... Ve kocaman......Yalan dolan...
Gün gelir gelenek, görenekten söz eder, kendisi  ne yapar, kimse bilmez sanar...
Din adına fetvalar verir, düşkün olduğu halde, kimse sormaz mı diye, utanmaz...
Hırsızı ve hırsızlığı korur ve kollar, kul ve yetim hakkını savunarak, ...
Gün gelir kendisi gibi düşünmeyeni vatan haini, fitne fesat ilan eder, gün gelir bunların tümünü kendisi yapar...
İnsanlar tanıdık,  çıkarı için bukalemun gibi olan, ...
İnsanlar tanıdık, çıkarı için neler yapabilen....
Siyaset, gösteriş, şahşaha....
Bir gün sağcı, birgün solcu diğer gün orta yolcu....
Bir gün dindar diğer gün laik ve Atatürkçü....
Gazete, televizyon ve basın, bir gün orda birgün burda....
Hepsi boş, hepsi yalan hepsi dolan, sonunda koskocaman bir talan.....
Biri “hırsız”, biri “düşkün”, biri “şaşkın”,... Biri hem “hırsız” hem “düşkün”... hem de arsız...
Hırsızla düşkün almışlar arasına şaşkını, oynuyorlar  “Allah aşkına”...
Şaşkın anlamıyor bunların oynunu, eğlence sanıyor kendi kendine...
Seyircileri de var hem “şaşkının”, hem hırsızın” hemde “düşkünün”...
İnsanlar tanıdık yine “böyle Allah aşkına”....
“Hırsız”, “düşkün”  ve “şaşkın” olmuşlar arkadaş,...
“Tu kaka” diyorlar her doğruya, her güzele...
Kurmuşlar bir “yalan makinesi”, koymuşlar yanına da bir “sihirli ayna”...
Sorarlar, dinlerler ve oynarlar kendi kendilerine....
İnsanlar tanıdık,işte böyle hem arsız hem yüzsüz....
Ve insanlar tanıdık..... Çeşit....Çeşit.... Renk... Renk.....

İnsanlar tanıdık, mert, dürüst, namuslu ve de şerefli...
O zaman soralım;  neden namuslu insanların sesleri en az namussuzlar kadar gür çıkmaz”? Hekesin bu soruyu kendi kendine sorması dileğiyle. Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az.... Karışık bir yazı okuduğunuz için teşekkür ederim.Berg. Gl. 04.01.2010
İsmail Özşahin
 

Rasgele Resim

FACEBOOK

GOPSEN_YAYLACIK
      

Şiir Köşesi

Şiir Köşesi

ILETISIM BILGILERI

Dernek iletişim:

Adres:
Am Feldrain 76
D-50999 Köln
DEUTSCHLAND
 
 
 
Almanya: 00 49 2236 3028170
 
 
 
 
 
Belçıka: 00 32484 544538
Fransa: 00 33648 124486
Danimarka: 00 45 751 23 674
Avustralya: 00 613 84003652
Türkiye: 00 90 364 494 2136
Fax: 00 49 2236 3028170
E-Mail:
Bu mail adresi spam botlara karşı korumalıdır, görebilmek için Javascript açık olmalıdır ; Bu mail adresi spam botlara karşı korumalıdır, görebilmek için Javascript açık olmalıdır ; Bu mail adresi spam botlara karşı korumalıdır, görebilmek için Javascript açık olmalıdır
www.gopsentv.com  - www.yaylacik-gopsen.com
Hesap Numarası:
SPARKASSE KÖLNBONN
IBAN: DE08 3705 0198 1900 0871 96
SWIFT / BIC: COLSDE33XXX

 

Duyurular

AÇIKLAMA ve ÖZÜR

AÇIKLAMA ve ÖZÜR

Değerli Üyelerimiz,

Hesaplarından aidatları çekilen arkadaşlarımızın da bildiği gibi, son iki aydır bazı sorunlar yaşanmaktadır. Bazılarımızın hesabından ikikez çekilip, tekrar geri ödeme yapılmış, bazı üyelerimize de geri iade edilmemiştir.

Bildiğiniz gibi, Avrupa Merkez Bankası ve bağlı tüm Alman Bankaları havale, çek ve para çekme işlemleriyle ilgili köklü değişiklikler yapmışlardır. Bu değişikliğe derneklerin aidatları çekme ve havale yollama işlemleri de dahildir. Bu nedenle bizim hesap işlemlerinde de değişiklikler olmuştur.

Bu işlemler yapılırken, sistem daha uyarlanmadığı için hatalar oluşmaktadır. Elimizde olmayan bu nedenlerden dolayı oluşan hatalar nedeniyle özür dileriz.

24.09.2013 Günü banka ile yaptığımız toplantı sonucu, banka hatalı olduklarını kabul etmiş ve bu eksikliklerin en kısa sürede giderileceğini, ayrıca dernek zarara uğramışşsa bunu karşılayacaklarını belirtmişlerdir. Üyelerimizden ve derneğimizden özür dilediler, bu özürü yazılı olarakta ileriki günlerde bize ulaştıracaklarını bildirdiler (mektup elimize ulaştığında sizlerle de paylaşılacaktır).

Oluşan bu hatadan dolayı üyelerimizin zarara uğramaması için elimizden geleni yapacağımızı bilmenizi isteriz. Tüm hesaplar kesinlik kazanınca, hangi üyelerimizden fazla aidat çekilmişse, onu gelecek ayın aidatıyla telafi edecegiz.

Yeniden özür diler, sabır, anlayış ve katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz...

Saygılarımızla!

Avrupa-GYDKD Yönetim Kurulu



KAHVALTIYA DAVET

Sample Image DAVETİYE  Sample Image

 

Avrupa Göpsenliler Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği üyelerine, Göpsenlilere ve Dostlarına hizmet sunmaya devam ediyor...

 

Hollanda-Amsterdam (26-27 Ocak 2013), Belçıka-Antwerpen (8-9 Mart 2013) ve Fransa-Lyon (18-20 Mayıs 2013) buluşmalarından sonra,

 

şimdide  16.06.2013 Pazar günü saat 10:30 da Köln'de ASMALI KONAK'ta (Keupstr. 44-46) kahvaltıda buluşuyoruz.

 

Gönlümüzde, yüreğimizde ve aklımızda geçenleri paylaşmak, dostlarımız ve sevdiklerimizle özlem gidermek, eksiklerimiz ve hatalarımız üzerinde konuşabilmek ve güzel işler yapabilmek, projeler üretmek için kahve bahane olsun, hoş bir sohbette buluşalım istedik.

 

Tüm dostlarımızın, sevdiklerimizin ve üyelerimizin davetli olduğunu bilmelerini ve bu buluşmaya katılarak, sevgi ve coşkularını katmalarını bekliyor ve diliyoruz.

 

Sevgili Dostlar,

Değerli Göpsenliler

Saygıdeğer Üyelerimiz

Sevgili Gençler ve Çocuklar,

Dostluk ve sevgi temelinde bir acı kahvemizi içmeye bekliyoruz.  Bu davetimize katılırak, paylaşım temelinde sevinçlerimizi, mutluluklarımızı, sıkıntılarımızı ve acılarımızı konuşma ve dertleşme fırsatı bulmamıza yardımcı olmuş olacaksınız.

 

Sizleri bekliyoruz.... ve kendi evinizde hissettiğiniz bir ortamda görüşmek üzere....

 

Saygılarımızla!

 

Avrupa-GYDKD Yönetim Kurulu



DUGUNUMUZ VAR Dilan ve mehmetin dügünü

YENİ YAZILAR
Sayın Hasan TÜZÜNER' in kaleme aldığı
"UZAKLARDA BİR KÖY"
ve
"YAYLACIK - DERNEK DENETİM -TOPLANTI - KATKI VE NİTELİK"
YAZILARI, KENDİ KÖŞESİNDE OKURLARIMIZA SUNULMUŞTUR...

Kendilerine verdiği emeklerden dolayı teşekkür eder, saygılarımızı sunarız!

SİTE YÖNETİMİ


Mehmet Özay' ın Kırkı

10.04.2001 Tarihinde hakka yürüyen
rahmetli Mehmet Özay’ın
(Tülay Sarımercan’ın amcası)

kırkının yemeği yedirilecektir.

Tarih:
 29.05.2011 Pazar günü saat 13:00

Yer:
 Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu (AABF)
 Ezgi Center (50933 Köln, Stolberger Str. 317)

Tüm sevenleri  ve dostları davetlidir..

Saygılarımızla!

Ailesi ve yakınları adına: Tülay ve Hasan Sarımercan



Engelliler, Göpsen-Almanya İnsanlık Köprüsü ve Anma Yemeği nde Göpsen de (YAYLACIKta) Yeniden

Engelliler,  “Göpsen-Almanya İnsanlık Köprüsü” ve Anma  Yemeği’ nde Göpsen’ de (YAYLACIK’ta) Yeniden Buluşuyor!

Sample Image Sample Image Sample Image Sample Image Sample Image

“ Göpsen’ deki Engellilerle Almanya’daki Engellileri Buluşturma”  projesi ile başlattığımız etkinlikler çerçevesinde bu  yıl üçüncüsünü gerçekleştireceğimiz buluşma ayrı bir önem taşımaktadır.

2009 Yılında gerçekleşen birinci buluşma, tanışma, kaynaşma ve sorunları konuşma ve karşılıklı küçük hediyelerin verilmesi şeklinde geçmiştir.

2010 Yılında gerçekleşen buluşmada ise, bir adım daha ileri gidilerek, gereksinim duyan engelli kardeşlerimize, Lebenshilfe Porz/ Köln ve onun bir kuruluşu olan WMB Rösrath’ ın katkılarıyla yürüme aleti, tekerlekli sandalyeler temin edilmiştir.

Bununla da yetinilmemiş, durumu yerinde tespit edilen ve eğitimine devam etmek isteyen bir genç kardeşimize de elektrikli ve benzinli bir engelli aracı temin etmek için büyük uğraşlar verilmişitr. Derneğimizin çağrıları, dernek üyemiz  ve köylümüz sevgili Yalçın Çevik kardeşimizin  yoğun çabaları sonucu,  Hollanda’da yaşayan ve ismini açıklamak istemeyen bir yardım severin bağışıyla araç satın alınmış ve engelli kardeşimize, dernek temsilcilerimizin, Çorum derneğimizin yöneticilerinin,  muhtarımızın ve basının da hazır bulunduğu törenle teslim edilmiştir.

Yine 2009 ve 2010 da Çorum’ da engellilere hizmet veren  ilgili kurum ve kuruluşlarla yapılan çalışmalara ve etkinliklere kendi engellilerimizde dahil edilmiştir. Yapılan görüşmelerle de, bu kurumların engellilerimize ve ailelerine sahip çıkmaları, onlara gereken desteğin ve hizmetin verilmesi için girişimlerde bulunulmuştur.

Üçüncüsünü gerçekleştireceğimiz bu yılki buluşma 02.06.2011 tarihinde yine Göpsen’ de olacak. Çok sayıda  engelli misafirinde katılacağı buluşma, yukarda da belirttiğimiz gibi, iki yönüyle ayrıca önem taşımaktadır.
Birincisi, bu buluşmada verilecek yemek dolayısıyla, genç yaşta aramızdan ayrılan,  ailesini ve tüm Göpsenlileri derinden üzen rahmetli Şenol İçbudak’ı anmış olacağız. Eşi ve çocuklarının isteği üzerine verilecek bu yemeğin, onun ruhunu şad edeceğini,  hayırlara vesile olacağını, içerden ve dışardan gelen engelli ve engelsiz tüm katılanların, O’na bildikleri dillerde, rahmet okumalarını ve dua etmelerini sağlayacak. Kendisinin de bir yardımsever olduğunu bildiğimiz, kardeşimizi de bir kez daha  anmış olacağız. Bu nedenle, aileye bu duyarlılığından dolayı teşekkür eder, yaptıkları bu hayırın tanrı katında da kabul bulmasını diliyoruz.

İkincisi ise, uzun süredir engelli olan bir kardeşimizin toplum yaşamına kazandırılması, evi dışındaki günlük gereksinimlerini giderebilmesi ve ailesinin üzerindeki yükünün hafifletilmesi amacıyla Lebenshilfe Porz/ Köln ve onun bir kuruluşu olan WMB Rösrath  ve Sevgili Yalçın Çevik kardeşimizin büyük çabaları sonucu,  yine Hollanda’da yaşayan ve isminin açıklanmasını istemeyen bir hayırseverin katkıları ve derneğimiz aracılığıyla temin edilen elektrikli aracın teslim edilmesidir. Dileğimiz, bu gibi katkı ve yardımların sürmesi ve gereksinim duyan insanların yardımına anında koşulmasıdır.

Bu buluşamın bir başka anlamı da, muhtarımızın iki yıl önce vurguladığı ve tanımladığı “Göpsen-Almanya İnsanlık Köprüsü” nün kurulmasıdır.

Bu gibi anlamlı ve insanı açıdan huzur verici duyarlılık ve paylaşımların verdiği iç rahatlığını, maddi ve manevi tadı oradaki herkesle paylaşmaya bekliyoruz. İnsan olarak, Göpsenli olarak, dernek üyesi olarak en önemlisi  duyarlı birer varlık olarak,  dostluğumuzu ve  sevgimizi birleştirip, acıların ve sıkıntıların azalmasına, mutluluk ve sevinçlerin çoğalmasına ortak olalım...

Gelin canlar, bunları birlikte yaşayalım, birlikte paylaşalım, birlikte neşelelim, birlikte hüzünlenelim...

İki haziran ikibin onbir de Göpsen’ de buluşmak dileğiyle....

GYDKD – Avrupa, YYDKD-Çorum, Yaylacık Köyü Muhtarlığı



Futbol Turnuvası ve Mangal Partisi


DUYURU

Değerli üyelerimiz, Değerli Göpsenliler ve Sevgili Dostlar,

Derneğimiz, sizlerin istek ve görüşleri doğrultusunda

“Futbol Turnuvası ve Mangal Partisi”

düzenlemiştir.

24.04.2011 Pazar günü yapılacak etkinlik saat 12:00 de

SC NORD
Rixdorfer Str. 56
51063 Köln (Mülheim)

adresindeki FUTBOL SAHASI’ında yapılacaktır.

İsteyen arkadaşlar takımlarını oluşturup (7 kişilik), 20.04.2011 tarihine kadar aşağıdaki telefon veya mail adresleri aracılığıyla dernek yönetimine bildirebilirler.

Organizyonun daha güzel olabilmesi için katılmak isteyen ailelerin önceden bilgi vermeleri rica olunur..

Ayrıca, bu organizasyona dernek üyesi olsun yada olmasın tüm dostlarımızın davet edilmesi, katılımın sağlanması için destek verilmesi, herkesin çaba harcaması ve sevdiklerimizin bilgilendirmesinin bir görev sorumluluğunda yapılması gerekliliğine inanmaktayız.

Vereğiniz destek, alacağınız görev ve katkılarınızdan dolayı  teşekkür ederiz.

Turnuvada görüşmek dileğiyle.... Saygılarımızla!

GYDKD – AVRUPA Yönetim Kurulu

Göpsenliler (YAYLACIKLILAR) Yardımlaşma ve Dayanışma Kültür Derneği 
                  (Kulturverein zur Solidarisierung mit den Menschen aus Göpsen e.V.)

ADRES:    D- 51469 Bergisch Gladbach, Mülheimer Str. 232       

TEL.:  00 49 2202 97 90 621  - 00 49 221 17 03 965  - 00 49 221 680 89 787
          00 49 172 24 54 129 - 00 49 172 89 25 460 - 00 49 177 57 82 584

FAX:   00 49 2202 9790623 - 00 49 221 170 44 62
@ :    site@yaylacik-gopsen.com; gopsenli@hotmail.de;  gopsenli@gmx.de

         www.yaylacik.eu - www.yaylacik.dewww.yaylacik.nl - www.gopson.com 

                               www.yaylacik-gopsen.com  

 



Antwerpen Toplantısı

ANTWERPEN (BELÇIKA) TOPLANTISI

Değerli Arkadaşlar,
Sevgili Dostlar,
Daha önce (18.10.2010 tarihli) mektubuzda da belirtiğimiz gibi, derneğimizin çalışmaları  ve geleceği hakkında çalışmalar yapmak amacıyla iki tane bölgesel toplantının yapılacağını belirtmiştik.
Bunlardan birincisi, 13 Kasım 2010’ da Brilon’da gerçekleştirildi. İkinicisinin de Belçıka’daki temsilcilerimiz, üyelerimiz ve arkadaşlarla yapılan görüşme sonucu tarihi kararlatırıldı. Bu toplantının
27 Şubat 2011 tarihinde saat 12:00 te Antwerpen’de
yapılması uygun görüldü.
Burada yapılacak bu toplantının, daha verimli geçmesi ve doğru kararların alınabilmesi için
 o çevredeki üyelerimizin, köylülerimizin ve dostlarımızın tümünün katılması beklentimizdir.
Bu toplantılara katılarak, kendi düşünce ve görüşlerinizi toplumla paylaşacak, kararlara yön verecek ve derneğimizin geleceği hakkında söz sahibi olacaksınız.
Yapılacak bölgesel toplantılara, dernek üyesi olsun olmasın, çocuklarımız, gençlerimiz, yaşlılarımız, köyümüz, köylülerimiz ve dostlarımız hakkında söyleyecek sözü olan herkes katılmalı ve düşüncelerini, beklentilerini ve eleştirilerini bizlerle paylaşabilmelidir...
Katılmak isteyenlerin, organizasyona yardımcı olmaları açısından, kaç kişi ile katılacaklarını aşağıdaki telefonlardan birine bildirmeleri (ya da yanıt olarak E- MAIL yazmaları) rica olunur

Saygılarımızla!

Avrupa-GYDKD Yön. Kur.

Organize: Bursal Mercan, Besin Özşahin (Tel.: 0032 477 511090 – 00 32 32 383946 / 0032 477 661399 . 0032 32303633 / yada derneğimizini irtibat telefonlarından - aşağıdaki telefon numaralarından) birini arayabilirsiniz....
___________________________________________________________________

Göpsenliler (YAYLACIKLILAR) Yardımlaşma ve Dayanışma Kültür Derneği
(Kulturverein zur Solidarisierung mit den Menschen aus Göpsen e.V.)

ADRES:    D- 51469 Bergisch Gladbach, Mülheimer Str. 232       

TEL.:
  00 49 2202 97 90 621 - 00 49 221 17 03 - 00 49 221 680 89 787
            00 49 172 24 54 129 - 00 49 172 89 25 460 - 00 49 177 57 82 584

FAX:   00 49 2202 9790623 - 00 49 221 170 44 62
@ :    site@yaylacik-gopsen.com; gopsenli@hotmail.deBu mail adresi spam botlara karşı korumalıdır, görebilmek için Javascript açık olmalıdır
www.yaylacik.eu
- www.yaylacik.dewww.yaylacik.nl - www.gopson.com
                        www.yaylacik-gopsen.com



DUYURU / RESUL ARSLAN - ISTANBUL DUYURU / RESUL ARSLAN - ISTANBUL

İstanbul Üniversitesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı, 12 yaş altı işitme problemi olan, maddi durumu kötü, hiçbir sağlık güvencesi olmayan fakir çocukların tüm tedavi masrafları ve kullandıkları işitme cihazının ücretsiz karşılanacağına dair açıklamada bulunmuştur.
İhtiyaç sahipleri bağlantı kurarlarsa geçerlilik koşullarını araştırabilirim...

Resul Arslan / Istanbul
resul_arslan@mynet.com


Bilgi Değişimi-Dernek-Planlama

Bilgi Değişimi-Dernek-Planlama

 

Değerli Üyelerimiz,

Sevgili Göpsenliler, Değerli Dostlarımız,

 Derneğimizin geleceği ve yapacaklarımız hakkında kendimizi sorguladığımızda pekte iyi bir yerlere gelemediğimizi anlayabiliyoruz. Bu sorgulamayı, biz yöneticilerle birlikte, sevgili üylerimizin, Göpsenlilerin ve bugüne kadar yakınımızda olan değerli dostlarımızın da  yapmaları gerektiğine inanıyoruz.

Derneğimizin kalıcılığı ve geleceği için bu sorgulamanın yüksek sesle yapılmasının ve bununda üyelerimiz ve yönetimle paylaşılması gerektiği kanısındayız. Buna olanak sağlamak için, bu yıl sonuna kadar, biri Brilon (ALMANYA) diğeri Antwerpen (BELÇIKA) olmak üzere iki tane bölgesel toplantı yapmak istiyoruz.

Bu toplantılarda, „derneğimizin geldiği yer, yapamadıklarımız, çalışma sistemimiz, yönetim-denetim-disiplin-danışma ve diğer kurumlardaki aksaklıklar,  yapmak istediklerimiz, gençlerimizin ve kadınlarımızın aktif rollleri, program, tüzük, genel kurul“ konuları (ve ayrıca katılımcıların görüşleri) üzerinde konuşulacak, görüşler ve öneriler toplanacak, derneğimize yeni bir yol haritası çıkarılacaktır. (BİLGİ NOTU: Ayrıca bu mektup internet üzerinden de tartışmaya açılacak, katkı sunmak isteyenler tarafından konunun tartışılması sağlanacaktır).

 



ikinci özürlüleri bulusturma günü Dernegimizin destek ve katki sundugu Muhtarligimizin ve corum dernegimizin organize ettigi bulusma günü 06.06.2010 Pazar günü yapilacak. WMB Yetkilileri  (Almanya Rösrath`taÖzürlülere Barinma va Egitim sunan kurum )da Tekerlikli sandalye, yürüme aleti ve degisik hediyelerle  katkida bulunacaklarir. Ayrica gecen yil yaptiklari ziyarette cok menun olduklarini ve yeniden biraraya gelmek istediklerini Baskanimiz sayin İsmail Özşahine bildirmişlerdir. Bu vesile ile Başkanımız Çorum dernek basşkanımız sayın Niyazi Özmercan vede Köyümüz muhtarı Sayın Hüseyin Özsoyla irtibata geçerek gerekli organizasyonu yapmışlardır.
Köylülerimizin kendisini yanlız bırakmayacagını umut ediyor bu gezininde köyümüz ve köylülerimiz vede özürlülerimiz için bir umut ışığı olmasını temenni ediyoruz

GYYDK  Köln

ÖRGÜTLÜLÜK / İsmail Özşahin

AÇIKLAMA ve DUYURU

Köln, 09.05.2010

 Sample Image

Değerli Üyeler,
Sevgili Göpsenliler,

Üzülerekte olsa, son zamanda yaşamakta olduğumuz ve mahküm bırakıldığımız „DUYARSIZLIĞI, İLETİŞİMSİZLİĞİ, BANA NE'CİLİĞİ, SORUMSUZLUĞU hatta VURDUM DUYMAZLIĞI“ sizlerle paylaşmak istiyoruz.

Değişik zamanlarda (yani sıkıntıların olmadığı herşeyin yolunda sanıldığı zaman) paylaşımdan, dayanışmadan, yoldaşlıktan, kardeşlikten, barıştan, mücadeleden, emekten, acılarlardan, siyasetten, kurtuluştan ve nice şeylerden söz ederek, kendilerinin bu mücadelerde var olduklarını, iyinin, güzelin ve doğrunun sürekli destekçisi olacaklarını, kötünün, yalanın, talanın ve sömürün karşısında ve takipçisi olacaklarını yineleyen bizler, üyelerimiz, Göpsenliler, dostlarımız ve sevenlerimiz ne yazıkki sınıfta kalmıştır. Hani hep diyorduk ya; „acılar ve sıkıntılar paylaşıldıkça azalırlar, sevinçler ve mutluluklar paylaşıldıkça çoğalırlar“ ne yazikki bunu da yapamadık, bunu bile başaramadık….

Birliktelikten, dayanışmadan, paylaşımdan, … söz ettik, bölündük, parçalandık, azaldık ve güçsüzleştik… Bunuda başaramadık….

Eğitimden, okuldan, sağlıktan, başarıdan ve gelecekten, … söz ettik, birlikte çözebileceğimiz sorunları konuştuk, gelecek için umuttan söz ettik; olmadı „umutlarımıza“ kurşun yağdırdık….

Çocuklarımızdan, gençlerimizden, kadınlarımızdan ve onların özgür, güvenilir, sağlıklı geleceklerinden söz ettik; onların bir araya gelmemesi için sorunlar ürettik.

Dernek, dayanışma, güçbirliği dedik, o amaçla başımızı yola koyduk, sonunda „böl,parçala yönet“ oyununa kurban gittik.

Köyümüz, köylümüz, … dedik, onları da boylarına ve ceplerine göre gruplara ayırdık, yenilen yemeklerin kalitelerine göre isimlendirdik…

Bunların hiçbiri de yetmedi, düğün, cenaze ve kurbanlarımızı da sınıflandırdık. Ya kimimiz, o daha önce milletin efendisi olan „köylümüzü“ artık kendimizden saymıyoruz, ya da boyuna ve cebine göre önem grubuna yakıştırıyoruz. Bunu artık cenazelerimizde ve kurbanlarımız da da yapmaya başladık ve sonucununda nereye gideceğini tahmin edelim artık… Başkasının yıllarca beceremediğini kendimiz yapıyoruz.

Sonuncusuda (daha birçok neden var ama…) herşeye rağmen aramızdaki iletişimsizlik, yüzyüze ve gözgöze konuşamama, bugünkü teknolojiyi bu amaçla kullanamama ayıbımızdır. (Eğer bunu çocuklarımız aracılığı ile de kullanamıyorsak o da ayrı bir iletişimsizlik ayıbı sayılmalıdır.)

Bu sonuca nereden mi vardık, diye sorarsanız size kısaca birkaç örnek:

1.    Seksenli yıllardan sonra köyümüzdeki yıkım, talan, göç, emeğe ve toprağa hor bakma…

2.    Son yirmi yıllık köyümüzdeki muhtarlık seçimleri ve sonuçları…

3.    Derneklerimizin (Avrupa-Avustralya-Çorum) kuruluşları ve sonrası yaşanılanlar…

4.    Bunca yaşananlara nazaran, emekçilerin ve yoksul köylülerin alınterleriyle meydana gelen okul, sağlıkocağı, cemevi, morg, yollar, çeşmeler, internet,… vs bunların nasıl kullanıldığı…

5.    Son birkaç yıldır derneğimizin sitesi herkes tarafından bilinmesine karşın, ölülerimize ve ölü yakınlarına yönelik yazılan mesajlar

6.    Düğünlerimizin sitemizde yayınladığımız halde aynı yerlerde, aynı günlere denk getirilerek, insanlarımızın bir araya gelmesini önleme çabaları, yada birbirini önemsememe duyguları, dernek ve köy sitesinin takip edilmemesi gereken çönemin verilmemiş olması…

7.    Eğitime katkı maçlı yapılan gecelere, dernek toplantılarına, köyümüz ya da köylümüze yönelik etkinliklere katılmama, önemsememe…

Bunları kendinize göre çoğaltabilirsiniz… Ama hiç kimse, sitede „iki düğünün aynı güne denk geldiği haberine“ bakarak, „bundan birşey yok, olur böyle şeyler“ diyerek işin içinden çıkmaya kalmasın…. Aslında sorun tam da burada…. Bu Göpsenlilerin ve dernek üyelerimizin o kadar da örgütlü olmadıklarını, hatta örgütlülüğe inanmadıklarını gösterir.

Unutmayalımki, varlığımız ve gücümüz ne olursa olsun kişi olarak herbirimiz yalnızız, hatta bazende yapa-yalnızızdır. Ama hepimiz bir araya geldiğimiz de, orada „BİZ“ oluruz, sesimizin ve gücümüzün birleşmesi ile „yalçın dağlara“ „çılgın nehirlere“ hatta „denizlere“ benzeriz.

İşte bu bu yüzden diyoruzki, „kolay yem olmamak, zalime boyun eğmemek, kula kulluk etmemek, namerde muhtaç olmamak“ için „insanlık onurumuzla“ hep birlikte, herzaman ve sonsuza dek yaşayabilmek için, birlik olalım, örgütlü olalım, gücümüze ,inanıp güvenelim…

Daha güçlü, örgütlü ve mutlu yarınlar için gelin „elele“…

Saygılaımızla!

GYDKD Yönetim Kurulu Adına

İsmail Özşahin

(Bşk)



"KOÇERO" olmak ya da "KOÇERO"lar yaratmak

"KOÇERO" olmak ya da "KOÇERO"lar yaratmak

Koçereo Destanı“ nı ya da öyküsünü birçoğumuz ya dinlemiştir ya da okumuştur. Bu destan ve öykülere göre herkesin kendine göre bir „Koçero“su vardır: Bu „Koçero“ kimi zaman yiğit, korkusuz, tavizsiz, hak arayan, haksızlığa boyun eğmeyen, bir kahraman hatta „başkaldırıdır“.
Kimi zaman yoksulun yanında yer alan, onun durumuna üzülen ve yoksulluğun son bulması için dağa çıkandır
Kimine göre de hak, eşitlik ve adalet için savaşan bir yüce kahramandır

Kimine göre de eşkiya, vatan haini, çapulcu…vs. olur.



Koyden Haber var  Sevgili Göpsenliler vede Göpsen dostları;Niyazi Özmercan Yönetimindeki” Yaylacıklılar yardımlaşma ve dayanışma derneği ‘ Yönetim kurulundaki arkadaşlarıyla uyumlu bir şekilde hizmette sınır tanımıyorlar.Son olarak Demircibabaya vede aşağıdaki çeşmenin düzlüğüne çınar ağaçları vede çam diktiklerini demircibabaya çok geniş yol yaptıklarını dikilen çam ağaçları vede çınar ağaçlarının başkan Niyazi Özmercan tarafından karşılandığını öğrenmiş bulunuyoruz. Bu vesile ile kendisine teşekkürlerimizi sunuyoruz. Umarız başkanın bu çabası tüm köylülerimize örnek teşkil eder.Ayrıca köyümüzdeki eski köy ilkokulunun  köy tüzel  kişiliğine alınması eğlence vede mesire alanına çevrilmesi için vali ile görüşmelerin devam ettiğini bu ve buna benzer haberlerin yeni açılan sitelerinde www.gopsen.com adresinde takip edilebileceğini duyurmuşlardır.www.yaylacık-gopsen.com site yönetimi olarak kendilerine teşekkür eder çalışmalarının daim olmasını temenni ederiz. Site Yönetimi

TEŞEKKÜRLER (!?)

  DUYARLILIĞINIZ (!?) İÇİN TEŞEKKÜRLER!

Bildiğiniz gibi, derneğimiz 20 Şubat 2010 tarihinde Köln’de “eğitime destek” amaçlı bir gece düzenledi, bu geceden elde edilecek gelirin tümü, üniversiteli kardeşlerimize ve özürlülerimize verilecekti.

 

Ne acıdır ki, sadece amacından dolayı gereken katılım sağlanamadı.... Bu gibi etkinliklere GÖPSENLİLER ve dostlarımız gereken duyarlılığı göstermediler ve önemsemediler, bu duyarlılıktan dolayı(!?) TEŞEKKÜRLER!!!!!!!!.



RESIMLER  Değerli Yaylacıklılar
05 Mart 2010 tarihinde köyümüz Göpsende gerçekleştirilen CEM ERKANINA ait resimler sitemizin Resiler menüsünden yayına sunulmuştur.
Resimleri beğeneceğinizi umut ediyor iyi eğlenceler diliyoruz.....

SİTE YÖNETİMİ

Göpsende Cem Erkanı  Değerli yaylacıklılar vede Yaylacıklı dostalarına önemle duyurulur.
05 Mart 2010 tarihinde köyümüzde Birlik cemi yapılacaktır.
Yer: Yaylacik köyü cemevi
Hareket yeri: Corum Alevi Kültür Merkezi önü
Hareket saati: 18:30

Köye topluca otobüs ile hareket edilecektir. Bu vesile ile tüm yaylacıklılar vede yaylacıklı dostları davetlimizdir.

Bu anlamlı günde köylülerimizin birlik ve beraberliğimize katkı yapmalarını önemle rica ediyoruz .
Birlik ve beraberkliğimizin daim olması dileklerimizle...
Tertip Komitesi adına:

Kazım Özerdogan Göktaş Uzuner


Başkan İsmail Özşahin'in Gece Konuşması

Değerli Konuklar,
 Sevgili Göpsenliler ve Değerli Üyeler,

Avrupanın çeşitli ülkelerinden ve Türkiye’den gelerek bizleri onurlandıran siz değerli konuklarımıza, sesleri ve sanatları ile destek veren değerli arkadaşlarımıza, bu gecenin hazırlanmasında emek sarfeden  sevgili arkadaşlarımıza, kısaca burada olan herkese hoş geldiniz diyor, katılım ve destek için herkese teşekkür ediyorum.

Sevgili Konuklar,
Avrupa - Göpsenliler Yardımlaşma ve Dayanışma Kültür Derneğimiz, 2004 yılında yine siz değerli dostlarımızın ve Göpsenlilerin çabaları ve katılımı ile kurulmuştur. O günden bugüne, Çorum ve Avustralya’daki Göpsenlilerde kendi aralarında dernekler kurdular , daha örgütlü, daha katılımcı ve daha güçlü bir şekilde insanlarımıza ve köyümüze hizmet etme yarışına girdiler. Bu yarışta görev alan herkese huzurlarınıda birkez daha teşekkür ederim.





Geleneksel Dayanışma ve Paylaşım Gecesi

GÖPSENLİLER
"GELENEKSEL DAYANIŞMA ve PAYLAŞIM GECESİ'NDE"
BULUŞUYOR!

YER: Bürgerhaus Kalk
Kalk-Mülheimer Str. 58
D-51105 Köln
TARİH: 20.02.2010
AVRUPA'daki tüm GÖPSENLİLER, DOSTLARIMIZ, HALK MÜZİĞİNE GÖNÜL VERENLER
ve
EĞİTİME KATKI VERMEK İSTEYEN, DUYARLI HERKES DAVETLİDİR!
GYDKD – AVRUPA

NOT:
Geceden elde edilecek gelirin tümü, gen
çlerin ve özürlülerin eğitimine katkı
amaçlı harcanacaktır!



Kaybettiklerimiz

Sanal Mezarlık

Ziyaretçi Defteri

Son Yazılan Mesaj
yaylacik-gopsen
DUYURU: 
Köylümüz saadet kara
Ziyaretçi Defteri - Görüşleriniz bizim için değerlidir...

Arama

Üye Girişi






Kayıp Parola?
Hesabınız yok mu? Kayıt Ol

Üye Girişi

Üye Girişi